Milli Mücadele’mizi, Kurtuluş Savaşı’mızı emperyalizme karşı güçlü bir başkaldırı dili oluşturarak kazanmış, bu kazanımı da Cumhuriyet ile taçlandırmıştık.
Cumhuriyet’imizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk “Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir.” Demişti.
Gösterdiği hedeflerin başında ‘tam bağımsızlık’ vardı. Elbette bu uğurda büyük çabalarımız oldu; lakin en büyük saldırılara da tam bağımsızlığımızı perçinleyecek yerli ve milli kalkınma hamlelerimizi gerçekleştirme çabalarımız sırasında maruz kaldık. Bu konuda Nuri Demirağ’ın, Nuri Killigil’in başına gelenleri, ilk otomobilimiz Devrim’in nasıl akamete uğradığını hatırlamak sanırım yeterli olur.
Anlıyoruz ki Kurtuluş Savaşı’nı kazanmak yahut Gazi’nin ifadesiyle kazandığımız askeri zaferler ekonomi başta olmak üzere diğer birçok alanda kazanılacak zaferlerle taçlanmadıkça bunların kalıcı olmasına imkân yokmuş. Bu nedenle ülkemizde özgürlük ve bağımsızlığımızı güçlendirecek yerli ve milli patentli her hamlemiz her zaman düşmanlarımızın hedefi olmuştur, son TUSAŞ saldırısında olduğu gibi oluyor, olacaktır.
Gazze, Filistin içindeki canlı, cansız her şeyiyle yanıyor, Beyrut yanıyor. Bölgemizin tamamını yaktıktan sonra Siyonistlere teslim edilmek üzere yürütüldüğünü görebildiğimiz korkunçbir plan devrede.
Vahşi Batı emperyalizminin vahşetini icra ederken artık kan damlayan dişlerini gizlemeye bile lüzum görmediği bir sömürü dili kullanıyor. Üzerine çullandıkları ülkelere ‘demokrasi’ götürmek, insan hakları ihlallerine son vermek, medenileştirmek gibi… İşte Irak, İşte Libya, İşte Afganistan…
Bizim de asırlardır uğradığımız bu hayâsız akınlara karşı dün olduğu gibi bugün, yarın ve daima yüreklice durabilmemizi sağlayacak bir başkaldırı dili geliştirmemiz ve bunu gaflet ve dalalete düşmeden canlı tutmaya ihtiyacımız var.
Atasoy Müftüoğlu’nun 23 Temmuz 2012’de kaleme aldığı 'Bir Başkaldırı Dili Oluşturmak' başlıklı yazısınınCumhuriyet’imizin 101. yıldönümünde bu bağlamda bir farkındalığa vesile olmasını umuyorum:
BİR BAŞKALDIRI DİLİ OLUŞTURMAK
“İslam toplumları, hayatın her alanında düşünsel / kültürel / siyasal gerilimler ve altüst oluşlarla sürekli olarak sınanıyor, hesaba çekiliyor. Günümüzde bütün ölçütler, kriterler Batının tekeli altında bulunuyor. Bütün toplumlar Batılı kavramsallaştırmaların ve kurumların hükümranlığı altında yaşıyor. İslami kavram ve kurumlar, gündemden / hayattan uzaklaştırıldığı için, hiç kimse İslami bir model önermeye / üretmeye cesaret edemiyor. İslami cemaatler / partiler / hareketler, İslami bir siyasal model üretmeyecekleri yolunda modern-seküler dünyaya güvence vermeyi bir alışkanlık haline getiriyor.
Bugünün dünyasında “demokrasiler” savaş yoluyla, işgal ve istilalar yoluyla, katliamlar yoluyla ihraç ediliyor. Batılı ölçütlere uygun olmayan rejimler, küresel diktatörlük ve küresel faşizm yoluyla ortadan kaldırılıyor. 21’nci yüzyıl toplumlarıyla ilgili, İslam toplumlarıyla ilgili siyasal projeler, siyasal tasarılar, Müslümanlar tarafından gerçekleştirilemiyor. Savaşlarla ilgili olarak, işgal ve istilalarla ilgili olarak hiç bir zaman halkların bilgisine ve onayına başvurulmuyor. “Demokrasi” ideolojik çerçevesi olan bir retorikten ibarettir. Günümüzde ancak biçim-sel bir “demokrasi”den söz edilebilir. Halkın yönetimi büyük bir yanılsama olarak somutlaşmaktadır. Batı’nın kutsallaştırdığı “demokrasiler” bugün her hangi bir endişe duymaksızın ırkçı / faşist partileri seçebiliyor. “Demokrasi” retoriği ile uygulanan politikalar arasında büyük uçurumlar var. Libya’ya yönelik “demokrasi ihracı” bir ülkenin Nato aracılığıyla yok edilmesiyle sonuçlandı. Ganimet paylaşımını güvence altına alan emperyalistler Irak’da olduğu gibi, Libya’yı da katlederek, paramparça ettiler. Modern dünyada demokrasi; alternatif bir temsil biçimi olarak değil, her yer ve zamanda uygulanacak Batılı bir model olarak militarist yöntemlerle dayatılıyor. Çok ilginçtir, katliam, soykırım, işkence, vahşet, barbarlık ve canavarlık “demokrasi”si olan İsrail demokrasisi bile modern-seküler dünya tarafından örnek “demokrasi” olarak pazarlanabiliyor. Örnek gösterilen İsrail “demokrasi”si, Filistinlileri, Filistin’den mahrum eden bir “demokrasi” dir. Emperyalistlerin kendilerini meşrulaştırmak için gerçekleştirdikleri temelsiz kurgulara İslami bir onurla reddedemediğimiz için utanç duymalıyız. Hıristiyan ya da Siyonist fundamentalistler tarafından belirlenen, İslam ve siyaset ilişkisi yaklaşımlarını, uygulamalarını kabul etmek kadar büyük bir düşüş olamaz.
Modern-seküler dünya, her konuda, her zaman korkunç ve iğrenç bir ikiyüzlülük içerisindedir. “Beyaz adamın misyonu”, “demokrasi misyonu” klişelerinden daha korkunç bir ırkçılık olamaz. İslam toplumlarında yabancı orduların işgali geçici iken', yabancı fikirlerin işgali kalıcı hale gelmiştir. İdeolojik uyuşturuculara maruz kaldığımız için bugün büyük düşünsel parçalanmalar yaşıyoruz, ortak dil / dayanışma / bilinç imkânlarını kaybediyoruz. Kendi ülkelerinde “demokratik” olduklarını iddia eden Batılılar, İslam toplumlarına yönelik olarak ırkçı / faşist yaklaşımlar sergiliyor. “Uygarlık/demokrasi ihracı”, “insan hakları” gibi kavramlar günümüzde emperyalist ihtirasları, sömürgeci yayılma ihtiraslarını maskelemek üzere kullanılıyor. Batı’nın benzersizliği iddiasının bütünüyle ırkçı bir iddia olduğunu görüyoruz. Batılılar için “uygarlık” iktidar ve güç araçlarına sahip olmak demektir. Bütün faşist ideolojiler Batı uygarlığının icadıdır.”
Özgürlük ve bağımsızlığımız için çok bedeller ödedik, ödemeye de devam ediyoruz. Bayrağımız, bağımsızlık ve Cumhuriyet’imizin kıymetini bilelim. Bu nedenle yerli ve milli her türlü kazanımlarımıza ve bunları geliştirip korumayı namusu bilenlere sahip çıkalım.
Selamların en güzeliyle…
Hacı Halim Kartal/28 Ekim 2024