Malazgirt Zaferi’nin 953’üncü, Büyük Taarruz’un 102’nci yıldönümündeyiz. Büyük Akif’in İstiklal Marşı’mızdaki tanımlamasıyla üzerinde yaşadığımız ‘cennet’i korumak için, nihayet şairin ifadesiyle ‘istiklal uğrunda, namus yolunda bir ‘Kurtuluş Savaşı’ verdik. Hesapsız bedeller ödedik ama çok şükür kazandık.
Aziz milletimizin uğruna hesapsız bedel ödeyerek kazandığı üç tarafı denizlerle çevrilibir vatanda yaşıyoruz. Bugün başımızı hangi tarafa çevirsek büyük şair rahmetli Akif’in yüz dokuz yıl önce resmederek önümüze koyduğu tablonun aynen karşımızda durduğunu görüyoruz.
Yüz dokuz yıl önce her tarafımız adeta bir çemberiydi; bugün de öyle. İngiliz-Fransız gâvurunun öncülük ettiği ordular en güçlü silahları ve donanmalarıyla Boğaz’larımıza dayanmıştı, bugün de doğu Akdeniz’e, Kıbrıs açıklarına, Kızıldeniz’e, Basra körfezine, Yemen yakınlarına yığılmış durumda. Batı Trakya Dedeağaç, Ege adaları, Güney Kıbrıs, Suriye ve Irak’ın kimi bölgeleri İngiliz- Amerikan üsleriyle çevrelenmiştir.
Rahmetli Akif’in yüz küsur yıl önce Çanakkale Şehitleri için yazdığı destani şiirinde resmettiği tablo şu şekilde idi:
“Ah o yirminci asır yok mu, o mahluk-ı asil
Ne kadar gözdesi mevcut ise hakkıyla sefil,
Kustu Mehmetçiğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrarı hayasızcasına.
Maske yırtılmasa hala bize afetti o yüz,
Medeniyet denilen kahpe hakikat yüzsüz.”
Bağımsızlığımız için gerçekten çok bedeller ödedik; canımızla kanımızla ödemeye devam ediyoruz; lakin dün Kurtuluş Savaşı’na girdiğimiz düşmanlarımızın bizden bağımsızlığımız için istedikleri asıl bedelin sadece canlarımız ve kanlarımız olmayıp onlara ve hain emellerine sonsuza kadar hizmet etmek olduğunu çok geç öğrendik.Yüz yıldır ellerini üzerimizde, ordularını bölgemizde, tescilli hainlerini içimizde tutmaları boşuna değildi. Anladık ki bunlar bizimle ilgili ‘ebediyen hizmetçilik, uşaklık’ hesaplarına aykırı süreçleri önlemeye dönük politikalardı.
Nitekim Mahir Kaynak, bu hazin gerçeği22 Aralık 2013'te şöyle ifade etmiştir:
"Türkiye'nin kuruluşu bir başarıdır ama buna karşılık bir bedel ödüyoruz. Bu bedel dünyada belirlenen yerimizi değiştirmemek ve bağımlı bir güç olmaya devam etmektir. Bu zincirleri kırmak isteyen her iktidar cezalandırılmıştır. Bu cezayı uygulayanlar, yani geçmişteki darbeciler hiçbir şekilde ülkeye zarar vermek için bunu yaptı denemez. Onlar ülkeyi kurtarmak istediklerini sanırken bağlı olduğumuz zinciri tamir ettiler ve biz büyük güçlerce yönetildik..."
Demek ki ne zaman hangi bedelleri ödersek ödeyelim, ‘bağımsızlığımız ve yol haritamız’ülkemizin başat sorunu olmaya devam ediyor.
Bugün Gazze katliamı bağlamında seyrettiğimiz tabloda coğrafyamızın korkunç manzarası budur.
Tıpkı 109 yıl önce Çanakkale önlerine geldikleri gibi bu yoğunlukta bir Haçlı yığınağı, Gazze’ye sıkıştırılmış sadece öldürülen bir avuç Filistinliye karşı Yahudileri korumak için yapılmış olamaz her halde.
Anlıyoruz ki emperyalistlerin yüz yıl önce yaptıkları harita eskimiştir. Bölge de insanları da ‘medeni’ Batı için kendi haline bırakılamayacak kadar önemlidir! Bizim gibi bağımsızlık savaşları verip kazanlar olsa da bu önem sebebiyle başka türlü esaretlerin girdabından çıkamamaktadırlar.
Yusuf Kaplan, Yeni Şafak’ta 19 Ağustos 2024 günü yayımlanan ‘Türkiye’nin bağımsızlık ve yol haritası sorunu’ başlıklı yazısında bu konuyu işlemiştir tartışma üslubuyla:
“Kime karşı İstiklal savaşı verdik biz? İlk bakışta, emperyalistlerin topraklarımızı işgal etmelerine izin vermemekti savaş. Savaştık. Emperyalistleri defettik.
Emperyalistleri defettik defetmesine ama emperyalistlere rahmet okutacak büyük kültürel cinayetlere imza atmaktan çekinmedik. Emperyalistlerle savaştık ama savaşı kazandıktan sonra içerde emperyalistlere rahmet okutacak başka bir savaş verildiğine tanık olduk bu toplumun tarihî tecrübesine, medeniyet birikimine, kültürel dinamiklerine, kısacası ruhuna karşı!
Biz dışarıda düşmanları yendik ama içeride birileri düşmanlarımıza rahmet okutacak kadar bizi yere serdi, bu ülkenin has insanını ipe gönderdi, insanlığın önünü açacak engin, derinlikli ve asırların çilesiyle oluşturulan kültürünü inkâr etti, gelecek nesilleri kültürel intiharın eşiğine sürükleyecek bir kültürel soykırım gerçekleştirdi: Bu toplumun ruh kökleri kurutuldu, değerleri unutturuldu, dili, tarihi hadım edildi, hepimizin üzerinde “yapıştırma bıyık” gibi duran posası çıkmış bir Batı kültürü, değerleri aşılandı hepimize.”
Kemal Tahir, Yol Ayrımı romanında “Biz Batı ile er geç hesaplaşmak zorundayız” demişti. Bana göre bu hesaplaşma başlamıştır. Yanlış yaparsak bağımsızlığımız için ödememiz istenen bedel, Allah korusun, ölmekten bin beter olur.
Bu nedenle Akif’in yüz küsur yıl önce resmettiği tabloya ibret nazarlarıyla iyi bakmak, bundan daha önemlisi onu iyi okumak ve hesabımızı da sağlam yapmak zorunda olduğumuzu düşünüyorum.
Selamların en güzeliyle…
H. Halim Kartal/ 26 Ağustos 24