banner176

BİST
ALTIN
DOLAR
STERLİN
EURO

banner174

Arada sırada kahve içmeye çağıran dostumun emekli olduktan sonra görev yaptığı İnsani Yardım Vakfı’nın ilçemizdeki dernek binasında sohbet ederken çocuklar için bestelenmiş eski bir ilahinin zihnimde kalan“İkilik yok birlik var/ Yalnız bunda dirlik var”mısraları geliverdi dilime. Gelince de konumuzun odağına oturuverdi usulca.

        Sözün birlik-dirlik noktasına gelmesi dostumun bir süredir merak ettiği ve birçok bakımdan imrendiği bir Avrupa ülkesi sebebiyleydi. Merakını da ‘Neden bir Finlandiya gibi değiliz?’ sorusuna bağladı kahvesini yudumlarken.

        Öyle ya, ‘Beyaz Zambaklar Ülkesi’ olarak da anılan Finlandiya ile aramızda gelişmişlik bakımından, gelir dağılımı bakımından hülasa birçok bakımdan dağlar kadar fark vardı. Bana göre bunca farkın oluşmasının görebildiğim en belirgin nedeni bu ülkenin insanlarının her şeyden önce bir güven toplumu olmayı başarabilmiş olmalarıydı. İşin bir sırrı varsa bu tek kelimeyle ‘güven’ dediğimiz şeydi. Çünkü birliğe de birliğin sağladığı dirliğe de hayat veren en önemli dayanaktı güven.

        Mü’min güvenen ve kendisine güvenilen kimse demek olmasına rağmen ne yazık ki bizler, bir türlü adı geçen ülke insanları gibi adalet ve hakkaniyete dayalı bir güven toplumu olmayı başaramamıştık.

        Nedenleri üzerinde biraz kafa yorunca, aileden başlayarak toplumsal ilişkilerimizin karşılıklı güven yerine güvensizlik temelleri üzerinde durduğunu anlamak çok zor olmuyordu.

        ‘Bu devirde babana bile güvenmeyeceksin!’ sözünün hangi ülkenin dilinde bizdeki kadar çok kullanıldığını araştırmak gerekir mi? Bundan daha vahim bir tutarsızlık, huzursuzluk olur mu?

        Tarihimiz çok tartışılan bir alan olduğu için toplumun hemen her kesiminden birçok insan bu konuda bir ikilem içinde ömür tüketir. Bu nedenle matbuatımıza Yalan Söyleyen Tarih Utansın, Lozan Hezimet Mi Zafer Mi isimli kitaplar girebilmiş, bir şairimiz mısralarında ‘İnanmıyorum bana öğretilen tarihe!’ diyebilmiştir.

        Dinimiz konusunda da sıkça tanık oluruz benzer tartışmaların meydana getirdiği ikileme. İnsanlar, hangisine inanacaklarının şaşkınlığını yaşarlar. İndirilen dine mi, uydurulan dine mi? Ünlü gazetecilerimizden Abdurrahman Dilipak’ın ‘Bu Din Benim Dinim Değil’ isimli bir kitabını hatırlıyorum. 1990 yıllarındaki Din kültürü ve Ahlak Bilgisi dersine kendi ifadesiyle ‘resmi din öğretisine’ yönelik eleştirel bakışını ihtiva ediyordu. Gene kendi yorumuyla bir ‘ılımlı İslam’, ‘Amerikano İslam’ eleştirisi.

        Bir tarafta “Türk, övün, çalış, güven!” diyen Atatürk’ün özdeyişi, bir tarafta ‘babana güvenme, devlete güvenme, orduya güvenme, yargıya güvenme, kimseye güvenme’ telkinlerinin dikkate alınmasını haklı çıkaracak bir tutarsızlık, bir savruluş!

        İşte neden bir Finlandiya veya bir Japonya gibi olamadığımıza cevap ararken zihnimde hizaya girip dilime gelenler bu ve bunlara benzer şeylerdi. Bizdeki ikiliklerin, tutarsızlıkların onda biri bile geçit bulamazdı bahse konu ülkelerde. Oysa başarının sırrı buradaydı. Huzur buradaydı.

        Güvenin barınmadığı yerlerde, birlik olmadığı gibi dirlik de olmuyordu işte. Bunların olmadığı yerlerde sadece birbirine diş bileyen bu nedenle birbiriyle didişen insanlar olurdu.

        Kutlu elçimiz Haz. Muhammedaleyhisselam ne güzel ne veciz ifade etmiştir güven ve huzur toplumu olmanın altın kuralını:

        “İman etmedikçe cennete giremezsiniz; birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız.”

         Anlıyoruz ki iman toplumu güven toplumudur. Güven toplumunda işçi patronuna, amir memuruna, öğrenci öğretmenine, öğretmen öğrencisine hülasa vatandaş devletine, devlet vatandaşına güvenir.

        Güvenin kazanılması kolay değildir; fakat kaybedilmesi için bir kıvılcım kâfidir. İmanla nifak aynı kalpta barınmaz.

        Peygamberimizin hadisindeki ‘iman etmedikçe’ şartını bir de imanın kalplere yerleşmesine mani olan her türlü ikilikten kurtulmadıkça diyerek okumaya çalışalım.

        İkilik nerede?

        Önce kafalarımızın içinde, sonra her yerde…

        Adamına göre iş veya davranışlarda mesela.

        Ticari ilişkilerimizde ikilik: Hatırlı müşteri, sıradan müşteri.

        Evlerimizin içinde ikilik: Şark odası, garp odası, Amerikan mutfak!

        Evliliklere adım atılırken: Dini nikâh- resmi nikâh.

        Tanzimat’tan beri kültürümüzde iyice yerleşen kavramlarımız: Eski- yeni, alaturka- alafranga…

        Takvimlerimizde ikilik: Hicri takvim- Rumi takvim

        İman ve nifak aynı kalpte barınamayacağına göre güven kaybına neden olan her türlü ikiliğin adalet ve hakkaniyet temelinde yok edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Birlik ve beraberliğin olmadığı yerde sadece dirliksizlik, Abbas Sayar’ın Can Şenliği ve Yılkı Atı gibi romanlarında sıkça kullandığı gibi ‘it dirliği’ vardır.

        Selamların en güzeliyle…

        Hacı Halim Kartal/ 29 Temmuz 2024

 

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.