Sözüne güvenilir büyükler, genellikle imam ve cemaatten itibarlı kimseler gönderilirdi kız istemeye ve kural gereği büyüğe bırakılan söze “Allah’ın emri ve Peygamber’in kavli’ mukaddimesiyle başlanırdı.
Elbette ortam, ‘Allah’ın emri Peygamber efendimizin kavli’ gibi mü’min gönüllerde yankısını bulan, bulduğu için de genellikle kabul gören bu kutlu girizgâha kadar iyice hazırlanmış olurdu. Heyetin talebi ailede olumlu karşılanıp olay tatlıya bağlanmışsa Kerim kitabımız Kur’an’dan birkaç ayet okunup dua edilir; Allah’ın emri denilerek başlanan işin sonunda söz gene Allah’ın olurdu.
“Ne var bunda, gelenek aynen devam ediyor işte!” diyeceklere bir itirazım var.
‘Allah’ın emri’ denilerek başlatılan hayırlı bir işte tarafların Allah’ın emri ve Peygamber’in kavlinden ne anladıkları belli midir? Evlatlarının mürüvvetlerini görmeye ne zamandır can atan ailelerin nihayet göz ve gönül aydınlığı yavrularıyla ilgili hayatlarının en önemli karanı vermeye hazırlandıkları bir ana kavuştuklarında karşılıklı olarak gönül hoşluğuyla Allah’ı hesaba dâhil edeceklerine; bu tatlı olayın her aşamasında, atılacak her adımda O’nun razı olacağı şekilde hareket edeceklerine dair bir irade beyanı mıdır? Nihayet hayatın her anını Allah’lı yaşama taahhüdü müdür bu söz, yoksa artık çoktan beri anlamını yitirdiğini bizim de bildiğimiz; lakin yerine daha iyisini bulamadığımız için de kullanmadan edemediğimiz, masal tekerlemesi gibi tamamen folklorik bir çeşit dolgu malzemesi midir?
Heyhat!
Geçen gün bir bakıma bu soruların cevabı da demek olan ‘Heyhat!’ın anlamını Bir arkadaşımın, sosyal medya hesabında paylaştığı Orhan Gündüz adlı bir kişiye ait ‘Kimse Kusura Bakmasın’ başlıklı metinde gördüm. Baktım… ‘Allah’ın emri Peygamberin kavli’ denilerek başladığımız hayırlı işlerin bir bakıma finali demek olan düğünlerimizde icra edilen oyun ve eğlencelerin nerelere evirildiğini görüp üzerinde bir nebze düşünmeye vesile olur umuduyla sorumluluk bilinciyle kaleme alınmış manifesto gibi bir metindi bu.
Arkadaş, önce asla tasvip etmediği düğünlerin genel çerçevesini çizerek her kim ki böyle bir düğün yapacaksa kendisine davetiye gönderilmemesini, gönderilirse katılmayacağını belirtiyor.
Katılmama gerekçesini ‘Allah’ın emri ve Peygamber’in kavline olan saygı ve sadakate bağlıyor; çünkü modern salonlarda yüzlerce, binlerce mahrem-namahrem önünde süslü ve daracık elbiseler içinde sarhoş-ayık müzisyenlerin çaldığı oyun havaları eşliğinde oğlan-kız, kadın-erkek, genç-ihtiyar, açık-kapalı, akraba- yabancı insanların dansözlere, şantözlere taş çıkartırcasına kıvırıp kıvrılıp göbek atmalarını; dekolte giyinmiş gelin ile damadın birlikte dans edip namahrem kameramanlar önünde romantik ortamlarda saatlerce poz vermelerinin ‘Allah’ın emri ve Peygamber’in kavli’ ile bağdaşır bir tarafı olmadığını belirtiyor. Metnin devamında dini hassasiyetlere karşı bu derece duyarsız hale gelişimizin şaşkınlığı ve üzüntüsü içinde olduğunu söylüyor.
Üzülmemek elde değil elbette.
Hem bahse konu olduğumuzda ‘çocuklarımıza sözümüz geçmiyor, ne yapacağımızı bilmiyoruz, çaresiziz!’ gibi acziyet ifade eden cümleler kuracağız hem de aile kurumunun karşı karşıya olduğu felaketler sadedinde şikâyetlerimizin ve sızlanmalarımızı ulu orta seslendirip duracağız:
“Büyük tantanalarla yapılan evlilikler birkaç ayda bitiyor…”
"Evlerde huzursuzluk aldı başını gidiyor..."
“Karı kocadan, koca karıdan memnun değil…”
“Kanaat yok. Saygı yok. Sabır yok. Sebat yok. Hoş görü yok…”
“Kimsenin geçinmeye niyeti de yok… Çabası da yok
"Bizim en güçlü yanımız ailemiz çatırdıyor..."
"Hatta yuvalarımızın çivisi çıkmış, yıkılıyor..."
Hayatımızın birçok alanında yaşadığımız ve esasen iyice kanıksadığımız ikilemlerin herkesin gözleri önünde yaşanan bir örneğini de düğünlerimizde sürdürüp gidiyoruz. ‘Kimse Kusura Bakmasın’ diyen Orhan Bey’in asıl sitemi de bunadır:
“Sen hem "Allah’ın emri, peygamberin kavli" diyerek kız isteyeceksin, referans olarak Allah’ı ve peygamberi göstereceksin, hem de düğününde Allah’ı peygamberi unutacaksın. Yani Musa gibi görünüp firavun gibi düğün yapacaksın...”
Musa gibi görünüp firavun gibi yaşamak…
Oldukça ağır; lakin bir o kadar da içinden geçtiğimiz modern zamanların gerçeğinin en yalın karamı bu bana göre.
Sözümüzün ve söyleyişimizin çok bir önemi yok aslında.
Hayatlarımız imanlarımızın en önemli şahidi çünkü.
Nasıl inanıyorsak öyle yaşıyoruz.
Selamların en güzeliyle…
Hacı Halim Kartal 15 Ağustos 2022