Eskidendi, eskimeyen zamanlardan, dağların dağlara kavuştuğu, insanın insanı anladığı, yürekçe konuşulduğu zamanlardan…
“Ak akçe kara gün içindir” diye başlayan evin büyükleri vardı eskiden. İsraf etmeyin derler, yerdeki odun parçasını nimet sayarlardı. Yere ekmek atmayın, düşeni lütuf belleyip öpüp alnınıza koyduktan sonra bir duvar üzerine, bir ağaç dalına koyun ki kuşlar sebeplensin. Ahh ne güzel zamanlardı onlar. Sabunun bile çok erimesin diye tuz üstüne koyulduğu günler. Her şeyin bir bereketi olduğuna inanılır zerresi boşa götürülmezdi. Zaman, insan ve ürün değerli görülür şifasına inanılırdı. Hakk verdiği nimetleri çarçur edelim diye vermemişti elbet ama zamanla insan her şeyi saçar ve kadir kıymet bilmez oldu. Yokluk, çokluğa dönüştü zannettik belki de oysa çok olması israf edilmesi anlamına gelmezdi. Tutumlu olmak, bilinçli tüketmek çocuk zamanlardan öğrenilmesi gereken davranışlardı. “Ağaç yaşken eğilir” diyen atalar çocuğa küçük yaşta israfın zararlarından bahsetmekten öte davranışları ile gösterir, savurganlık etmezlerdi. Gereksiz harcama zamanımızın kötü alışkanlıklarından biri olsa da eğitilebilir olduğu düşünülmektedir. Yeni zamanların insanı, her şeyi olsun ister ve her şeyinin de tüm çeşitlerini elinin altında bulundurmak. Oysa bunun her manada savurganlık olduğunu unutmadan, bize verilen nimetlerin değerini bilmenin onların bereketini artırdığını söyleyen büyüklere kulak vermek adına bir güzel geleneğimizden söz edeceğim. “Yerli Malı” geleneği. Aralık ayının ikinci haftası geldiğinde özellikle çocuklar bu güzel günü öğretmenleriyle, sınıf arkadaşlarıyla beraber nasıl kutlayacaklarının telaşına düşerler. Okullarda Tutum Yatırım Ve Türk Malları Haftası olarak kutlanılan bu güzel gelenek, hepimizin çocukluk zamanlarından damağımızda kalan enfes tatlardan biriydi. Öğretmen ve okul öncülüğünde sınıflarda bir kutlama ile günün anlam ve önemine yönelik şiirler, şarkılar, masallar ve anlamlı sözlerle başlanan kutlama, yeme içme faslı ile sona ererdi. “Yerli Malı” ne demek? Önce bir güzel bunu anlatırdı öğretmenler. Yerli olan, milli olan, bizim olan, bizim toprağımızda yetişen, bizim havamızla suyumuzla büyüyen, bizim insanımızın alın terinin değdiği her şey yerli malıydı ve tüketirken bize ait olanı tükettiğimizde, her malımız daha da değerlenerek döviz ülkemizde kalacaktı. Ne de güzel anlatırdı öğretmenler; “Oğlum-kızım ananın babanın el emeği” “Kızım-Oğlum Türk Malı almalısınız” Böylece ne milli ne değil öğrenirdi çocuk ve hemen arkasından tutumlu olmayı. Küçücük kumbaralar alınırdı çocuklara bayram harçlıkları boşa gitmesin, biriktirmeyi bu yaşta benimsesin. “Damlaya damlaya göl olur” derlerdi. Büyüdükçe öğrendik bir damlanın çok demek olduğunu. “Bugünün işini yarına bırakma” derlerdi zamanın bir nimet olduğunu altı çizili anlamamız için. “Yiyin için fakat israf etmeyin. Çünkü O israf edenleri sevmez.” Denilirdi, Kutsal Kitabımızda (Araf -31) Nimetin saygıyı hak ettiğini ve bereketin böyle dilleneceğini öğretmemiz gerekti çocuklara. Böylece Yerli Malı gelenekleşti ve okullarda coşkuyla kutlanır oldu.
“Yarın yerli malını kutlayacağız” Diye söze başlardı öğretmen; “Herkes evinde bulunan yerli yiyeceklerden getirsin. Önemli olan ülkemizde üretilmesi ve sizlerin ana babasının el emeği göz nuru olmasıdır. Sakın unutmayın ülkemizde üretilmeyen bir şey yerli malı sayılmaz ve bu etkinliğe uygun düşmez” Ertesi gün olmadan evde bir telaş başlardı; “Anne ben patlamış mısır götüreceğim” Aralık ayı gelmiş mısır çoktan hasat edilip ambarlara doldurulmuştur. Bol bol patlatır anne. Dur demeye kalmaz çocuk! Çünkü bütün okula yetsin ama israf olmasın ister Anadolu kadını. Tembihler uzun uzun, “Herkese yetsin. Nezaketli olun, yediklerinizi herkesle paylaşın…” Her şeyi düşünür anne. Mahalle de bir telaş “Bizimkilerin yerli malına katmer yaptım haşhaşlı” “Yaprak sardım ben de” “Antalya’dan iki kasa portakal göndermiş dayım, götürdüm gittim okula helali hoş olsun çocuklara” “İncecik tarhana kızarttım, pek beğenmiş bizim kızın sınıfı” “Erkenden kalkıp kömbe ettim, yesinler sıcak sıcak” “Üşenmedim su böreği açtım akşamdan, pek hoşlarına gitmiş” Gönlü zengin Anadolu kadını tüm maharetini konuşturur böylece ve içeceği de unutmaz. Ya ayran katılır şişelere ya da erik hoşafı. Bulurlarsa gazoz. Çocuk damağımızın en unutulmaz tadıdır yerli gazoz. Yiyecekler sıraların üzerine güzelce konulurken, öğretmen hiçbir şeyi israf etmemelerini kalanların ise kuşlara kedilere verilmesi gerektiğini tembihler. Yenilir içilir şiirler, şarkılar, masallar derken ataların güzel sözleriyle etkinlik sona erer; “Har vurup harman savurma” “Güvenme varlığa düşersin darlığa…”
Yerli Malı Haftasına ne götüreceğim anne; “Gözleme açacağım, bir güzel yiyin arkadaşlarınızla, yaprak sarıp, kuyruk yağlı helva da kavuracağım…” Rızkımıza düşen nimetlerden ötürü şükrümüzü eda etmek düştü bu sefer bahtımıza ve bahçede kalan sarı kasımpatıları toplayıp öğretmene götürmek kaldı anılarımızda…