Kolay gibi görünen zorluk yahut rahmetli Üstad Necip Fazıl Kısakürek merhumun deyişiyle:
“İşte bütün meselem, her meselenin başı!”
Gerçekten de her meselemizin başı; bu ayıplı bölünmüşlükten, bu kahrolası parçalanmışlıktan bir an önce kurtulup iman ve itikatta olduğu gibikişilikte de tevhidi (birliği) temel ilkemiz haline getirmek olmalı.
Rabbimizin “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!” (Hud suresi/112) buyruğunu doğru anlayan sevgili peygamberimiz Hz. Muhammed ayetin omuzlarına yüklediği sorumluluk bilincini “Beni bu sure kocattı.” diye ifade etmiştir.
Namazımızla, orucumuzla verdiğimiz görüntü ile kendimize ve çevremize karşı genel tavırlarımız arasında fay hatları oluşmuş durumda.
Güvenilir olmamız gerekiyor, yok; işlerimizde adil olmamız gerekiyor, yok; havamıza, suyumuza, bilcümle çevremize karşı duyarlı olmamız gerekiyor, yok; başkalarından beklediğimiz saygıyı, merhameti, inceliği bizim de başkalarına göstermemiz gerekiyor, yok, yok, yok!
Bir kopuş ki, tahayyülü insanı bile dehşete düşürüyor.
Birleştirebilene aşk olsun!
Adam yıllarca Kur’an okumuş, görevi gereği mimberlerde hutbe okumuş, mihraplarda namaz kıldırmış; lakin bakıyorsun akrabalarıyla bağları kopmuş, mahallesindeki insanlarla ilişkileri askıya almış. En yakınındaki kimselerin kalplerini bile kısa günde kırk defa kırıp dökmekten asla imtina etmez, başkalarının zararına olabilecek iş ve eylemlerinde titizlenmeyi kaybetmiş bir kimse olarak bildiği gibi yaşayıp gidiyor.
Besbelli ki Allah’ın seçilmiş elçileri aracılığıyla indirip gönderdiği dinin yerine yerine hevasını yani kendi canının istediği, çıkarlarının gerektirdiği bir çarpıklığı, ucube bir uydurmayı koymuş adam. Tıpkı Furkan suresinin 43. Ayetinde beyan buyurulduğu gibi: “Sen hiç, kendi heva ve heveslerini tanrılaştıran (birini) düşündün mü?"
Sözün burasında yüce Rabbimizin asla koparmamızı istemediği bağlarla ilgili uyarısını hatırlamanın tam sırasıdır:
“Onlar ki (fıtratlarına) yerleştikten sonra Allah’a karşı taahhütlerini bozarlar, Allah’ın birleştirilmesini emrettiği şeyi koparıp ayırır ve yeryüzünü fesada verirler: İşte bunlardır hüsrana uğrayanlar” Bakara/27
Hayatımıza giren bütün ikiliklerde, bütün parçalanmışlıklarda ayetteki emre muhalefet vardır.
Kâinata, varlığa bir bütün olarak bakmayı bir kenara bırakmışız. Mesela dini ilimler, beşeri ilimler diye bir ayrım yapmışız. Kur’an ayetleri ayet de Güneş, Ay, yıldızlar, bitkiler, hayvanlar ayet değil mi?
İlahiyat (teoloji) ile matematik, fizik, kimya, biyoloji gibi bilimler Allah’ın arzında Allah’tan bağımsız yasalardan mı bahseder?
Bunları birbirinden kopuk düşündüğümüzde başladı zulüm.
Doktora gidiyorsunuz; adam branşıyla tıbbın diğer dalları arasına öylesine keskin bir ayrım koymuş ki her şeyden önce karşısında bir insan olduğunu unutuyor, ‘Sen benim hastam değilsin!’ dediğiyle yollayıveriyor.
Rabbimizin birleştirilmesini ve asla koparılmasını istemedi ne varsa bir bir koparıp atmışız her birini bir diyara.
Mesela dünya- ahiret ayrımı. Peygamberimiz ‘Dünya ahiretin tarlasıdır.’ diyor; ama birbirinden tamamen kopuktur da demiyor. Öncesiyle sonrasıyla birbirinin devamı olan bir süreci parçalayarak şu anda elinin erdiği ve istediği gibi tasarrufta bulunacağı yakını sonraya (ahir/ahiret) tercih edince sorumsuzlukta zirve yapabiliyor.
Bu nedenle de bir türlü ‘inandık iman ettik’ deyip girdiğimizi veya bulunduğumuzu iddia ettiğimiz iman davranışlarımıza istikamet kazandırarak insani, ahlaki temel değerlere dönüşemiyor.
Dinimiz başka şey söylüyor, ahlakımız başka!
Müslümanım diyor, sırasına, hakkına riayet etmiyor; kendinden daha güçsüz gördüğü birine pervasızca zulmedebiliyor.
Adam (cübbesi de var) koskoca bir camiaya sırt çevirerek hedef göstererek ötekileştirebiliyor.
Böylelerine diyoruz ki bize cübben değil insanlığın lazım!
Sözün özü dinimiz ahlakımız, ahlakımız da dinimiz olmadan hiçbir konuda muvaffak olamayız. Yoksa “Allah kullarına asla zulmedici değildir.”
Selamların en güzeliyle…
Hacı Halim Kartal/ 27 Eylül 2021