Rabbimiz, kullarının her türlü mahrumiyet ve sıkıntıdan uzak, huzurlu bir şekilde yaşamalarını anlaşılır bir denkleme bağlamıştır.
Denklemin bir tarafının her türlü nimet, diğer tarafının şükür/teşekkür olduğunu kerim kitabımız Kur’an’ın şu ayetinden öğreniyoruz: “Hani Rabbiniz şöyle duyurmuştu: “Andolsun, eğer şükrederseniz elbette size nimetimi artırırım. Eğer nankörlük ederseniz, hiç şüphesiz azabım şiddetlidir.” (İbrahim suresi ayet 7)
Anlıyoruz ki nimetin artarak devamı teşekküre, her türlü mahrumiyet ve bunun neticesi olan azap da nankörlüğe bağlanmıştır.
Şükür/teşekkür gibi İnkâr/küfür de bir anlamını öne çıkarıp diğer birçok anlamını ıskaladığımız veya belki de işimize gelmediği veya öyle geldiği için görmezden geldiğimiz kelimelerden; zira cümle âlemin bilip bizim dahi bildiğimiz gerçek şu ki şükür/ teşekkür kavramı güzel bir davranış ve güzel bir eylem olarak kendini gösteren olmaktan çıkıp öylesine söylenilip geçilen bir zavallılığa indirgenmiştir.
Oysa ayette geçen ‘nankörlük etmek’ olarak tercüme edilen ‘kefertüm’ kelimesinin bir anlamı da örtmektir. Dilimize Farsça’dan geçip yerleşen nankör kelimesinin de ‘Gördüğü iyiliğin kıymetini bilmeyen, kendisine yapılan iyiliği ve eline geçen nimeti inkâr eden’ anlamıyla yaygın bir kullanıma sahip olduğunu biliyoruz.
Bu bağlamda her türlü inkârın, pratikte varlığı çok iyi bilinen bir şeyi bile bile yok saymak, gerçeğin üstünü örtmek, kapatmak anlamı taşıdığı da aslında apaçık ortada; lakin ‘kâfir’ kelimesini ‘Allah’ı inkâr eden, İslam’ı kabul etmeyen, dinsiz, imansız gibi daracık bir alana tahsis ederek kullanmayı gelenek haline getirmişiz. Diğer birçok kavram gibi anlam alanını daralttığımız her kelime ile anlam ufkumuzda da belirgin darlıklar oluşabilmektedir.
Olaylara ve durumlara tek taraflı bakmak gibi bir durum bu…
Tek taraflı bakmak da görme organımızı görmek istemediğimiz şeylere kapatmak demek haliyle. Bu nedenle denilmiştir ki gerçek kör, ama olan değil görmek istemeyendir.
Yani inkâr eden bir yönüyle gerçeği reddederken diğer taraftan reddettiği şeyin üstünü de örtmektedir. Neyi inkâr ediyorsak o şeyin kâfiri oluyoruz. Nankörlük dediğimiz şey de tam olarak budur aslında.
Allah’ın insanoğlunun istifadesine sunduğu nimetlerin hepsini bir kalemde saymaya kalksak başarabilir miyiz?
Elbette sayamayız; aklımıza hemen geliveren birkaçını hatırlayarak düşünmeye başlayabiliriz.
Akıl, düşünce, iman, Kur’an, peygamber; bedenimiz, organlarımız; havamız, suyumuz, ekmeğimiz, vatanımız; anne-baba, eş-dost, evlat, akraba; geçim kaynakları…
Her nimetin hakkını ne ölçüde veriyor veya üstünü örterek bir bakıma işlevsiz bırakarak üzerine beton döküyor olduğumuzun kabaca bir muhasebesine başlamaktan söz ediyorum.
Buna göre akıl nimetini gereği gibi kullanmayan bu en güzel nimetin üstünü bir şekilde örttüğüne göre onun kâfiri olmaz mı mesela?
Rabbimizin şükretmemiz halinde artıracağını taahhüt ettiği aynı nimete şükrü de aynı şekilde o nimeti kullanarak insanlığın hayrına olacak bir şey üretmek şeklinde anlamamız gerekmez mi?
Rabbimizin rahmetiyle, lütfu ile hesapsızca verdiği nimetlere ‘Şükürler olsun!’ diyerek teşekkür ettiğimizi sanıyoruz. Oysa sadece sözden öteye gidememiş bir teşekkürün kimseye bir faydası olmayacaktır. Nitekim olmuyor, olmadığını da görüp duruyoruz.
Rabbimizin va’dinin hak olduğunu ve O’nun va’dinden asla dönmeyeceğine inanıyoruz.
İnsan sahip olduğu nimetin kıymetini genellikle onu kaybedince anlarmış.
Demek ki şükrümüzde yani teşekkür etme yöntemimizde birtakım arızalar var ve nasıl gidereceğimiz konusunda yeterli gayretimiz de yok.
Kaybedilince kıymetleri anlaşılan nimetler hakkı verilerek kullanılmayanlar yani üzerleri örtülen yani inkâr edilenlerdir
Rahmetli Akif, hakkı verilmeyen nimetlerle ilgili sitemini dile getirirken şöyle haykırır:
“Dünyada inanmam hani görsem de gözümle
İmanı olan kimse gebermez bu ölümle!”
Anlıyoruz ki hakkı verilmeyen bu nimet iman nimetidir.
Rabbim lütfettiği nimetlerin hakkını vererek kullanabilme iradesine sahip kullarından eylesin.
Selamların en güzeliyle…
Hacı Halim Kartal/ 13 Temmuz 2021