İhtirası ayır bir kenara koy.
İftirayı ve gıybeti de götür onun yanına koy...
Kıskançlığı, EGO'yu tükür, çıkar içinden.
Çok kısa bir ömrün olduğunu düşün.
Neyin varsa; malın mülkün, şöhretin v.s. hiç bir anlamının olmadığını kabul et.
Yeryüzünde hiç bir insanın ve hiç bir kurumun kusursuz olmadığına, en başta kendini inandır.
Sonra ne yap biliyor musun?
Sarf ettiğin fikirlerin tamamının da doğru olamayacağını ancak içinde bazılarının doğru olabileceğini ama başkalarının fikirleri içinde de doğrular bulunabileceğini peşin peşin kabul et ki “adalet” dediğin olguya önce kendin saygı duy. Adaleti hep kurumlardan bekleme. Öncelikle düşün bakalım, adalet kurumunun karşısına ne şekilde çıktın, sanık sandalyesinde oturmanda kendinin hiç mi kabahati, kusuru yok? Ya da hâkim kararındaki bir tarafın sevincinin diğer tarafın üzüntüsü olduğu gerçeğinden mi kaynaklı adalete olan nefretin?
En sonunda da huzur, mutluluk, refah, yaşama sevinci gibi olgular dışında kendine başka cepheler açma gayretinden vazgeç ki o kısacık ömrün zehir olmasın... Bırak kendi hayatını, kendinin dışında da sorumlulukların bulunduğu insanları üzmeyesin, onların hayatlarının içine zehir koymayasın.
Şimdi başını iki elinin arasına al ve düşün.
Bak bakalım sütten çıkmış ak kaşık mısın?
Ne o?
Yine mi bir karar veremedin?
Yine mi kendi üstüne toz konduramadın?
Yine mi kusursuz gördün kendini?
Yine kanat takıp kendine, bulutların üzerinde mi uçuyorsun?
Sen, melekler mertebesindesin değil mi?
Bak, yine nefsini koydun ortaya. Böyle yaparsan doğru bir neticeye ulaşamazsın bilesin.
Gayret et! Gayretini nefsine kurban eyleme!
Anlaşıldı sen bu işi çözemeyeceksin.
Ben söyleyeyim o zaman senin yerine.
Hiç birimiz ak kaşık değiliz.
Sen de değilsin.
Şimdi koy başını yastığa. Vicdan denilen olguyu araştır. Onu da bulamıyorsan eğer,
Durumun kritik hatta kritik eşiğini de aşmış ve sen bir ölüsün.
Hem de yiyip içen yürüyen bir ölü...