Koronavirüs’ten korunma tedbirleri bağlamında İçişleri Bakanlığı’nın 81 ilde bugünden itibaren uygulamaya konulan yasakla ilgili yeni duyurusu yayımlandı. Az önce bahçeye inerken de belediye hoparlörlerinden yayılan ve çok yankılandığından güçlükle işittiğim anonsunun, birkaç gündür haber bültenlerinde de hatırlatıldığı içinbu ‘maskesiz sokağa çıkma’ yasağıyla ilgili olduğunu anladım.
Yakın sokakta belediyemizin asfalt çalışması yapan ekibini gördüm. Hapsi maskeliydi. Şimdi herkes maskeli, her yer maskeli baloydu adeta. Asfalt yüklü kamyonun yanında duran gence baktım; maskesi sebebiyle tanıyamadığım gencin eski öğrencilerimizden biri olduğunu o haliyle seslenmese bilemezdim. Konuşmaya başlayıncatanıdım maskenin arkasındaki çehreyi. Kısaca, mezun olalı da yirmi altı yıl olduğunu söylemişti ismini sorduğumda hafıza güncellemesi yaparken.
Yüzünü bütün hatlarıyla görebilseydim pansiyon nöbetlerimde sabah-akşam türlü zıpırlıkları sebebiyle zihnimde izleri olan birçoğu gibi bu genç adamı da muhakkak tanırdım. Nitekim bazılarının sadece adını, bazılarının soyadını, kiminin okul numarasını, kiminin nereli olduğunu filan hatırlayabiliyordum şurada buradakarşılaştıkça. Şimdi iş başka, bambaşkaydı işte.
Nerdeyse herkesin üç aşağı beş yukarı birbirini tanıdığı bu şehirde kimse kimseyi tanıyamaz hale gelmişti takmaya mecbur hale geldiğimiz maskelerimiz yüzünden. Üstelik hayatımıza ‘yeni normal’ etiketiyle giriveren bu eziyete hepimizin ortak hayrı için katlanmalıydık; zira işin şakaya gelir tarafı yoktu; lakin her yer maskeli balo gibi olmuştu.
Maskeleri, maskeli balo eğlencelerini Yeşilçam yapımı filmlerde görmüştük. Halk katında maskenin de maskelinin de yeri hiç olmamıştı. Düpedüz münafıklıktı bu. Modern denilen zamanların modası veya hayat tarzı haline gelen bu olumsuzluğu anlatan şiirler, şarkılar bile vardı.
Sabah sabah işte bu mülahazalarla dolaşırken Seydişehirhaber’de yıllar önce yayımlanan ‘Maskeli Balo’ başlıklı yazımı hatırladım.
Baktım: Nerelerden nereye dedirten cinstendi 2013’ün yazından bugüne değişen sosyolojimiz, yaşadıklarımız…
İşte bir haziranın daha sonuna yaklaştık. Yedi yıl önce ‘maske’üniversite seçme sınavında sorulan Türkçe sorularındaki bir paragrafa bugün hiç aklımıza gelmeyecek anlam ve çağrışımlarla konu olmuştu.
Dün dilimizde ‘maskeli’, ‘maskelemek’, ‘maskesini indirmek/düşürmek’ vb. kullanımlarıyla mecaza yaslanarak hayat bulan ‘maske’, takılmadan sokağa çıkmanın ciddi yaptırımı olan yasaklarla anılarak tek kullanımlık bir koruma nesnesine dönüşüvermişti.
“23 Haziran Pazar günü yapılan LYS Türk Dili ve Edebiyatı soruları içinde bir soru için kullanılan bir paragrafı okurken metinde dile getirilen konu ile adeta irkildim. Pek hoşlanmasak da yüzümüze tutulan bir aynaydı anlatılanlar. Dikkatimi toplayarak bir kez daha okudum… Müthişti! Bu çağda insan ilişkilerinde kat ettiğimiz mesafeyi mükemmel bir üslupla özetliyordu yazar.
Teknolojiyi kullanmadığımız bir alan neredeyse kalmadı denebilir. Konforlu evlerde oturuyoruz. Dünyanın en uzak mesafeleri avuçlarımızda bize bir tık kadar yakın. Kuşlar gibi uçmayı bile öğrendik. Listeyi çoğaltmak mümkün; ama ne gereği var? Bu sayılamayacak kadar çok gelişmişlik basamaklarını tırmanmamıza rağmen huzurlu muyuz? İnsanlar arasında ‘güven’ duygusunu iliklerimize kadar hissedebiliyor muyuz?
Cevaplarımız şu veya bu yönde olabilir. Bunları niye yazıyorum? Sadede geliyorum. İşte bana bunları düşündüren soruda kullanılan paragraf:
“Kendi yaşantımı düşündüm; bulunduğum çevreleri, iş yerlerini, tanıdığım insanları… Boş verebilseydim, hiçbir şeye aldırmasaydım, üzülecek yerde gülseydim… Ama yapamadım, anlamamıştım yaşamın maskeli bir balo olduğunu. İnsanların her gün, her an değişik maskeler taktıklarını… Bir de kendime değişik maskeler hazırlamalıymışım! Boy boy, renk renk… Yerine göre kullanmalıymışım, duruma göre… Güleç, kızgın, asık suratlı, üzgün, perişan, mutlu… Hepsinin yeri geldi ama yapamadım. Hep kendi yüzümü taşıdım. “Binbir surat” denilen insanlar arasında maskesiz biri yaşayabilir miydi? Dayanabilir miydi?”
Araştırdım: Metin Oktay Akbal’ın 1975 yılında Varlık Yayınevi tarafından çıkarılan Konumuz Edebiyat adlı eserindeki Maskeliler başlıklı denemesinden alınmıştı.
Diğer sorulara devam edemedim; çünkü yukarıdaki satırların son cümlesine varmadan şair BehcetNecatigil’in Maskeli Balo şiirini hatırladım. Metinde Necatigil’in şiirden etkiler vardı. İkisinde de aynı duyarlılık vardı. Olanca çıplaklığıyla ve başka söze hacet bırakmayacak şekilde bugünü resmediyordu söyledikleri. Şair Necatigil için hayat bir ‘Maskeli Balo’ydu.
İşte o şiir:
“Siz yine o maskeli balodan döndünüz,
-Ben bu ismi verdim hayata-
Duracak haliniz kalmadı ayakta
Soyunup dökününüz
Siz kurt oğlu kurtsunuz
Bir ben biliyorum sizi.
Bir ben görüyorum kuzu postuna girdiğinizi
Bravo, yine nasıl yutturdunuz.
Yine parmağım ağzımda kaldı,
Masumluk akıyordu yüzünüzden.
…
Yine her birini kıstırdınız, gizli.
Tıkır tıkır yürütürken işinizi
Yine bıyık altından gülüyordunuz.
Maskeli balo bitti, yine gece evinize döndünüz.
Ayakta duracak haliniz kalmadı şimdi.
Bakmayın aynalara, aynalar kirli
Aynalarda rezil olur yüzünüz.”
Maske, ayna… Biri gizlemek diğeri yüzleşmek için…
Şiirde ikisinin de kullanılması ilginç.
Aynalara hem de büyük boy toplumsal aynalara ihtiyacımız olduğunu, herkesin kendini kılcal damarlarına kadar seyredebileceği devasa aynaların da vicdanlarımızın duvarlarına konulabileceğini düşünüyorum.(2013)
Selamların en güzeliyle…
H. Halim Kartal
23 Haziran 2020