Tarih branşı geçmişin içinden herkesin kendi dünya görüşüne uygun olanları aldığı bir deniz olmuş durumda.
Geçmiş maalesef herkesin hakkını savunma mecrasına kaynaklık etmek adına belgeler topladığı bir platform durumunda.
İnsanlar takım tutar gibi tarih tutuyorlar. Tarih fanatikleri kendi tarihlerine toz kondurmadıkları gibi ötekinin tarihine de ağza kaleme alınmayacak hakaretler etmekten de çekinmiyor. Bu durumda tarih dersi bir ibret vesikası olmaktan çok insanların haz kaynağı oluveriyor.
Tarafsızlığı böyle sıkıntılı olan tarih dersinin bir başka sıkıntısı da müfredatıyla ilgili.
Taa ortaokul sıralarından beri hep benzerleri okutulan tarih müfredatları ilkçağdan başlar yakınçağa doğru birtakım kalıplarla öğrencilere öğretilmeye çalışılır.
Üstelik mükerrer kısımlarla orta 1. sınıf lise bir de ve üniversite hazırlıkta tekrar edilir durur.
Tarih dersinin bu dayatılan müfredatı, birtakım belgelere dayalı tarih öğreticiliği kapsamında verilir. Bu belgeler ilginçtir ki Batı kaynaklı ve onları referans alan kaynaklardır ya da Batı’yı merkez alıp ona göre hayatı şekillendiren medeniyetlerin yazdığı tarih müfredatıdır, bize öğretilen.
Peki, neden Doğu’yu merkez alan bir tarih müfredatımız yoktur? Küçük yaşlardan itibaren tarih dersine başlarken hep sormuşuzdur kendimize, bu ders neden mağara adamlarıyla başlıyor? Bunun daha evveli yok mudur?
Hâlbuki bizim medeniyetimizde insanın başlangıcı çok daha kemal noktada şekillenmiştir. Hz. Adem ve Hz. Havva’nın yeryüzündeki tarihe konu olacak ilk yaşamları neden müfredata girmemektedir? Belgelerde yer almadığı için mi yoksa belgeleri inceleyen medeniyetin bu bakışı bilimsel bulmamasından ötürü bu konuya eğilmedikleri için mi?
Kritik soru bu? Biz evrimin kalıntılarını, belgelerini aradığımız kadar yaratılışın belgelerini arıyor muyuz?
Tarih müfredatının, ilk asil insandan başlayarak yeniden düşünülmesi gözden geçirilmesi gerekiyor. O ilk insan ve çocuklarından sonraki dönemlerde kurulan kavimler ve yaşadıkları kutsal kitaplar ekseninde yeniden ele alınmalıdır. Bu kavimlerin yeryüzünde bıraktıkları izlerden yola çıkarak yeniden bir tarih müfredatı yazmamız hassasiyet göstermektedir.
Cemil Meriç, Batı kaynaklı tarih anlayışını sert bir dille eleştirir ve şöyle der:
“Tarih düpedüz bir ideolojidir. Haçlıların en büyük zaferi tarih kitaplarımızdır.”
Necip Fazıl Kısakürek, ideolojik tarih anlayışına karşı çıkmış ve özellikle Sultan 2. Abdülhamit Han ve Sultan 6. Mehmet Vahdettin ile ilgili kitaplar kaleme almıştır.
Özellikle yakın tarih, Osmanlı kültür ve medeniyetine eleştiri olmaktan, Batı hayranlığı uyandıracak metinlerden temizlenmelidir.
Tarih biliminin en büyük amacı geçmişteki yaşamları sadece araştırmak değil, bunlardan ibret almak ve bu tecrübe ile donanımlı nesiller yetiştirmektir. Ancak bu anlayış ve birikimle geleceğimizi inşa edecek ve daha aydınlık yarınlara taşıyacak nesiller yetiştirmek mümkün olacaktır