Şu son dönemlerde yaşadıklarımızın bir kısmını olsun gerisin geri dönerek biraz tefekkür edelim.
Arzdan semaya uzanacak şekilde kainatın dengesiyle acımasızca oynadık; “yapmayın” diyen uyarıcılarla alay ettik, onları umursamadık.
Rahman 55/7-8. ayetlerde beyan edilen evrensel denge ve düzeni sarsmaya cüret ettik.
Rûm 30/41. ayet tecelli etti, ediyor ve edecek elbette. “İnsanların ellerinin yapıp ettikleri sebebiyle karada ve denizde bozulmalar meydana geldi. Sonuçta gerçeğe geri dönsünler diye yaptıklarının bir kısmının karşılığını onlara tattıracağız”.
Bu dünyaya sürgün gönderildiğimizi sandık, oysa burayı imar için görevlendirildiğimizle ilgilenmedik.
Bu hayatın tek sahibi bizmişiz sanısıyla canlıların hayat hakkını ellerinden aldık; hayvanları topluca katledişlere seyirci kaldık; o kadarki neredeyse bazı canlı türlerinin neslinin tükenmesine şuursuzca şahitlik ettik.
Masum insanların öldürülmelerini çizgi film gibi seyreder olduk. Bazı bölgelerde soykırımı çağrıştıran katliamlara gereken tepkiyi göstermedik.
Maide 5/32’de belirtilen “Bir insanı öldüren bütün insanları öldürmüş gibidir; bir cana hayt veren de büyün insanları diriltmiş gibidir” esası gereği “bir âdem bir âlemdir”; “bir can cihana bedeldir” duyarlılığına ulaşamadık.
Kendi acımızı tek acı sanarak canlılık gösterdik ama başkalarının acısını hissederek insan olamadık.
“Sûreten insan olmak kaderdir; ancak sireten insan kalmak erdemdir” düsturuna hiç ilgi göstermedik.
Hz. Peygamber’in ifadesiyle “Kendimiz için istediklerimizi kardeşlerimiz için istemeyi” beceremedik.
“Sorun bana dokunmuyorsa mesele yok” diyerek problemlere yabancı durduk. Halbuki bir insanın başına gelen sıkıntıyı kendi başımıza gelmiş saymalıydık.
Başkalarının derdiyle ilgilenmeyene insan da müslüman da denmeyeceği uyarısına kulak asmadık. Hz. Peygamber’in ifadesiyle “Bir kötülük gören kişi önce eliyle, olmazsa diliyle onu engellemeli, bu da olmazsa kalbiyle ona öfke duymalı” prensibi hiç semtimize dahi uğramadı.
“İnsanların en hayırlısı insanlara yararı dokunandır” şeklindeki risalet hatırlamasını ıskalayarak hayatı benmerkezciliğe indirgedik.
Îsâr denen “bende değil, ama onda olsun” duyarlılığını hepten unuttuk.
Dünyayı bizim sandığımız gibi cenneti de kendimiz gibi düşünenlere özel dar bir mekan sanarak orada kardeşlerimize de yer olacağını, çünkü Al-i İmran 3/133’te belirtildiği gibi cennetin gökler ve yer kadar olduğu gerçeğini görmezden geldik.
Birbirimizden selamı olsun esirgedik. Selamın bir mümin parolası olduğunu, selamın “kardeşini cennette hayal etmek” manasına geldiğini hesap edemedik; selam ile birbirinin cenneti olmayı beceremedik. Selam vermek için yolunu değiştiren bir ümmetin, selam vermemek için yolunu değiştiren fertlerine dönüştük.
Bir insan olarak diğer insanlara karşı görevlerimiz olduğu gerçeğinden değil de küçük değerlendirmelerle ayrışmalardan medet umar olduk.
Müslüman selamet kaynağıdır; barış adamıdır. Bize bakan bizde hayat bulmalıydı. Ancak sözlerimizle ve tavırlarımızla bizden uzaklaştırmak için adeta seferber olduk.
Daha söylenecek onlarca söz var elbette...
Şimdi yaşadığımız şu ortamda alınması gereken önlemleri eksiksiz alacağız, almaya çalışacağız. Karşımızda ihmale gelmez çok büyük bir problem olduğu anlaşılıyor.
Yüce Allah bazen kendisini böyle de hissettirir.
Rahat zamanlarda O’nu unutanlara O kendisini hatırlatır. Zira Haşr 59/19’da belirtildiği gibi Yüce Allah’ı unutanlara Allah kendilerini unutturur ki bu korkunç bir felakettir
Allah’ı zikretmek demek hayatı O’nun şahitliğinde yaşamak demektir. Bunun için daima zikir halinde olarak bilinçli bir ömür sürmeliyiz.
Kısa sürmesi duasıyla şu sıralar uyarıya konu bir uygulamaya iyi tarafından bakarsak şunu söyleyebiliriz: Yunus suresinin 87. ayetinde Hz. Musa çevresindekilere hitaben şöyle seslenmişti asırlar öncesinde: “... Evlerinizi kıble edinin ve namazı kılın”
Zaman, mekan ve insan herkese şahittir.
Rabbim hak şahitliğimizi çoğaltmada başarılı kılsın.
M Okuyan *Alıntı