Çocukluğumda köyümüz şimdiki gibi imkânlara sahip değildi. Nerede tüpgaz, fırın, mikrodalga? 45 yıl öncesinden bahsediyorum.
Bozkır’ın 60 haneli bir köyü... Pekala yeni nesil; “bunlar yoktu da ekmek nasıl yapılırdı?, Yemek nasıl pişirilirdi?” diye sorsa ne cevap vereceğiz? O tarihlerde bunların hepsi odun ile yakılan ateşte pişirilirdi. İlkbaharda dağlardan merkeplerle odun, yaz ve güz aylarında yaylalardan kütük dediğimiz meşenin kökleri taşınırdı evlerin odunluklarına. 15 gün 20 gün süreyle sadece odun taşınırdı.
Bunların içinde en kıymetli olanı ardıç odunu idi benim için. Sebebi de; ardıç odunu çok kolay kırılırdı. Çünkü dağdan getirilen odunlar sobalık olarak balta ile parçalanmak zorundaydı. Ardıcın kokusu da bir başka olurdu. Ara sıra kıymıkları elimize batmasa iyi olurdu ama oda gülün dikeniydi...
Ardıç odununu meşe odunlarını yakmak için tutuştucu olarak kullanırdık. Kızartma kömbe gibi ocakta pişirilecek yiyecekler için olmazsa olmaz yakacaktı ardıç…
Suğla’nın her biri bir kiloya yakın yağ balıklarını dığan dediğimiz tavanın büyüğü olan, tepsi büyüklündeki kabın içine koyardık. Tereyağlı tepsinin altını ve üstüne koyduğumuz sacın üzerine ardıç odunlarını yakar ve öyle pişirirdik balıkları. Kızarmış yağ balıklarının lezzeti hala damağımdadır.
Aynı yöntemle yapılan bizim yörede “kömbe” dediğimiz ekmeklerin hepsi ardıç odunu ile yapılırdı.
Geçen gün değerli dostum Hüseyin Bostancı ile Toroslarda dolaşırken, ardıç ağaçlı bir bölgeden geçtik ve ardıcı konuştuk.
O bölgedeki ardıç ağaçlarının bazılarının tahmini yaşı 1000 yılı geçmiş. Doğada nelere şahit olmuş o ağaçlar. Hangi kış hangi yazı hangi olayı görmüş geçirmişlerdir kim bilir. “Ağaçlar” derken az yükseklere çıkınca çok miktarda ardıç ağacının üzerine yıldırım düşmesi sonucu yanmışlar. “Ardıç ağacı, yıldırımı çeken bir enerjiye mi sahip acaba?” diye düşünmeden edemedik.
Ardıç ağacının salgıladığı bir kokunun, yüksek kesimlerde rüzgârın savurması ile dağılıp insana huzur ve enerji veren bir özelliğine sahip olduğuna bizzat şahidim.
Ardıç ağacı, bal arılarının en çok bal yapmak için sığındıkları ağaç olduğuna kesilen ağaçları görünce şahit olduk.
Ardıç ağacının kendisi ve meyvesi çok eski tarihlerden beri değer görmüş ve şifa olarak bilinmiştir. Ardıç ağaçları Anadolu’nun en eski uygarlıklarından bir tanesi olmuş olan Hitit Uygarlığında da çok önemli bir yere sahip olması nedeni ile evlerinin ortasına ardıç ağacından direkler dikilirdi. Bunun sebebi hem bu ağacın kutsal olması hem de çok dayanıklı ve uzun yıllar çürümeden kalabilmesi özelliğindendir. Çünkü ardıç ağaçları kuruduktan sonra da asırlar boyunca çürümeden kalabilme özelliğine sahip bulunmaktadır.
Ardıç ağacı türünü koruyabilmek için ardıç kuşuna muhtaç olan bir ağaçtır. Ardıç kuşları ardıç ağacının tohumlarını yerler ve bu yedikleri tohumları başka yerlerde dışkılayarak dışarı atar. Ardıç kuşunun yeyip dışlaması ile fermantasyona giren tohumlar atıldığı yerde çimlenerek yeni ardıç ağaçlarının oluşmasına vesile olur.