Radyolarımızdan veya televizyonlardan verilen saat başı haberlerin ki çoğu maalesef canımızı yakan cinstendir, etkisiyle olacak herhalde, bugün ikindi namazı için gittiğim Şehit Ahmet Erol Camii’nde aklıma geldi bu kavram.
Evet, her gün artma istidadı gösteren bir kuşatılmışlık hali yaşıyoruz nicedir. Sınırlarımızda, ekonomimizde, siyasetimizde, neredeyse her tarafımızda bütün cephelerden türlü izdüşümlerini görebildiğimiz bir kuşatılmışlık bu.
Kuşatmanın en zorlusu nerede biliyor musunuz?
Beyinlerimizde!
Algı operasyonlarıyla kuşatıldık önce.
Alt yapısı Globalizm (küreselcilik) veya globalizasyonla hazırlandı.
Prof. Şaban Ali Düzgün’e göre “Globalizasyonun propaganda araçlarının başında gelen internet, başka bir ifadeyle elektronik medya, görsel olana odaklanan ve görseli merkeze alan bir kültür yaratmakta, sadece gözle görülene, görsel olana vurgu yapan bir kültür oluşturmaktadır. Bu yönüyle globalizm somutu önceleyen ve somut olanın öncelendiği bir hayat felsefesi yaratmaya çalışan bir düşünce olarak, ilkel bir zihniyetin propagandasıdır. Görmediğine inanmayan ilkel insanla, görmediğine hiçbir değer atfetmeyen, hayatını görsel olanın etrafında şekillendiren günümüz insanı arasındaki benzerlik yabana atılacak gibi değil. Tükettikleriyle tanımlanan günümüz insanının her şeyini bu somut olana indirgenmesi, zihinsel yetenekleriyle tanımladığımız insanı da yeniden tanımlamamızı gerektirmektedir.” Çağdaş Dünyada Din Ve Dindarlar sh.117
Her şey gözümüzün önünde cereyan ediyor bu doğru; lakin medyayı elinde bulunduran güçler ince dokunuşlarla kimi yanlışları doğru, kimi doğruları yanlış olarak sunabilme becerisi kazanmışlardır. Kimi zaman pireyi deve, kimi zaman deveyi pire hatta yok hükmünde yapabildiler. Evet, her şey gözümüzün önünde biz yaşarken oluyordu; ama oluşturulan algıları çoğu zaman olguların önüne geçirmeyi başardılar. İnsanlar doğru bildiği yanlışlarla, yanlış bildiği doğrular arasında bocaladı durdu.
Sonra bunlara inananlar ve inanmayanlar olarak iki şak olduk karpuz gibi. Bir tarafta ülkemizde cereyan eden 15 Temmuz gibi en vahim olaylara bile ‘tiyatro’, ‘saray icadı’ diyenler diğer yanda‘milli güvenlik’ gibi hepimizi ilgilendiren sorunlarımızı ‘Beka’ penceresinden görenler.
Sınırlarımız içinde ve ötesinde canlarımız pahasına yürütülen mücadelemizi ciddiye alarak bu mücadeleye ‘Beka sorunu’ diye bakanlar buna inanmayanların gözünde şizofrenlerdir.
Sınırlarımızdaki kuşatılmışlıktan bir şekilde kurtulmak mümkün de beyinlerimizi çepeçevre saran kuşatılmışlıklardan nasıl kurtulacağız?
Asıl bunlardan kurtulmak gerek; zira…
Bunlardan kurtulmadıkça ebediyen köleleriz yani azatsız köleler…
Allah’ın, kullarından istediği en önemli buyruğu olan “Oku!”mayı hakkıyla yerine getiremediğimiz için beyinlerimizi ve zihinlerimizi sürekli kendini yenileyen algı operasyonlarıyla birilerinin müdahalesine nihayet kontrolüne açık bulundurduğumuz sürece de kurtulmak hayal.
Filistin’de, Gazze’de, Messcid-i Aksa’dakuşatma bir türlü yarılamıyor. Somali’de, Libya’da, Mısır’da, Suriye’de, Irak’ta kuşatma en acımasız biçimde cereyan ediyor. Bir zamanların “Ana gibi yar, Bağdat gibi diyar olmaz.” sözünün efsane şehrinde her sene Ramazan klasiği haline gelen bombalı saldırı haberleri tedavüle girmiş durumda. Ne kadar inandırıcıysa artık, sorumluluğunu İŞİD üstlenmiştir.
Seçimlerin ardından sanki adrese teslim mesajlar gibi terörün tırmanışı. Şehitler için toplandığımız cenaze törenleri bile bu çarpık, bu keskin ayrışma sebebiyle hepimizde kuşatmayı yarma iradesini açığa çıkaracak bir motivasyona bir türlü dönüşemiyor. Bu hayra alamet değil! Birimiz hasbelkader:
-Kardeşim, ne olursun güçlerimizi dağıtmadan önce şu yangını söndürelim! diyecek olsa, suratında tokat olup patlıyor aldığı cevap:
-Bana ne bundan, yangını kim çıkardıysa o söndürsün!
Bu coğrafyada bir türlü onmamızı istemeyenler hesabına al sana kuşatma başarısı!
Bu kafayla, adını tam koyalım, ideolojik körlüğümüz sebebiyle as sonra bizim mahalleyi de yutmak üzere yaklaşan alevler söndürülebilir mi?
Birbirinin felaketine sevinecek duruma gelenler ki en sıcak örnek AA Bayburt muhabiri Abdülkadir Nişancı’nın görevini yapmaya çalışırken uçuruma düşmesidir, daha vahimi içten ve dıştan kuşatılmışlığımıza inanmadığı gibi düşünceleri bu hınzır kuşatmaya maddi-manevi destek verenlerle bir şekilde örtüşenlerin ve nihayet birbirinin boğazını sıkacak hale gelmiş insanların yaklaşan tehlikeyi göremeden tepişip durdukları bir gecenin sabahından hayır umulur mu?
Rabbim birlik, dirlik şuuru versin!
Ramazanınız mübarek olsun efendim.
Selamların en güzeliyle…
H. Halim Kartal 12 Mayıs 19