Milletin kafası bir hayli karışık.
Bir yıla yakın bir zamandır; kimilerine göre; ?büyük?, kimilerine göre; ?içi boş?, kimilerine göre; bir ?hınç alma hareketi?, kimilerine göre; ?muhalefetin sesini kesme çabaları?, kimilerine göre; ?28 Şubat?ın rövanşı?, kimilerine göre; ?hükümeti gayri meşru yolardan yıkmaya çalışan bir örgüte karşı, hükümetin yaptığı bir operasyon? yürütülüyor.
İnsanlarımız, özellikle son zamanlarda kime ve neye inanacaklarını şaşırmış durumdalar.
Bir kapatma davası açılıyor. Bu dava hakkında; ?demokrasi ile yönetilen bir ülkede; ?milletin % 47?sinin oyunu almış, son dört seçimdir istikrarlı bir şekilde oylarını artırmış ve milletin halen ümidini kesmemiş olduğu ve hükümeti kuran bir parti nasıl kapatılır?? diyenlere karşı; ?yargıyı serbest bırakınız, yargıya güveniniz, yargıyı örselemeyiniz, devletin kurumlarını rencide edici tavırlar sergilemeyiniz? diyerek insanlara hukuk dersi verenler; bir de bakıyorsunuz; devletin aynı kurumlarının yürütmekte oldukları bir başka dava hakkında ağızlarına geleni söylüyorlar. Devletin kurumlarına olmadık yakıştırmaları yapıyor, zanlılarla birlikte hareket ederek, devletin savcılarını, emniyet güçlerini, akla hayale gelmeyen sözlerle eleştirip, onların avukatlığına soyunuyorlar. ?Ben polise güvenmiyorum? diyerek, devletin güvenlik güçlerine güvensizliklerini beyan edebiliyorlar.
Beynimizin altı, üstüne gelecek neredeyse...
Tutuklananlara bakıyorsunuz; kimi profesör, kimi general, kimi iş adamı, kimi gazeteci, kimi tiyatrocu, kimi şoför, kimi polis, kimi bir partiden, kimi bir başka partiden. Kişileri, yaptıkları işler ve savundukları fikirler bakımından yan yana getirmek bile zorluklar içeriyor. Kimi terör örgütü lideri ile hasbıhal içinde görüntüleri yayınlanmış olan bir parti lideri iken, hemen yanındaki ise o terör örgütüne karşı amansız bir mücadele verdikten sonra emekli olmuş bir general.
Birinci operasyon, ikincisine; ikincisi, üçüncüsüne zemin hazırlıyor. Numarası kaç olursa olsun her ?dalga?, bir sonraki ?büyük dalgayı? meydana getiriyor.
Gözaltına alınanların kimi başından bastırıp araca bindirilerek götürülüyor, götürülenlerin kimi tutuklanıyor, kimi serbest bırakılıyor. Polisimiz için; gözaltına alınanları araca bindirirken, bir yaralanmaya sebebiyet vermemek adına, başından bastırıp bindirsen bir dert; bunu yapmasan da kafayı bir yerlere çarpıp yaralansa, bu nedenle yapılan eleştirileri göğüsleyebilmek ayrı bir dert. Gözaltına alınmaları, sabahın köründe yapsanız kahır, öğle saatlerinin sıcak zamanlarında, trafiğin yoğun olduğu saatlerde yapsanız ayrı bir kahır.
Savcının yaşı genç olsa eleştiri, yaşını başını almış emeklilik günlerini sayıyor olsa ayrı bir eleştiri.
Gözaltına alınmadan önce her gün televizyonlara, gazetelere çıkanlar, serbest bırakıldıktan sonra neredeyse ?dut yemiş bülbüle? dönüyor, ?ağızlarını bıçak açmıyor.? Vatandaşlar arasında tevatür söylentiler dolaşıyor. Kimi ?ateş olmayan yerden duman çıkmaz? derken, kimileri de; ?ayinesi işidir kişinin, lafa bakılmaz. Devletin saygın makamlarında, yıllarca saygın görevlerde bulunan bu insanların böyle bir örgütle ne işleri olabilir, bunlar nasıl gözaltına alınabilir, gözaltına böyle mi alınmalılar?? diyerek, tahminlerini, hayretlerini dışa vurup onlara kefil oluyorlar.
Milletin kafası karıştıkça karışıyor.
?Gözaltına alınan, her kim olursa olsun, suçu sabit oluncaya kadar masumdur? prensibi rafa kaldırılıp, hepsinin, boy boy resimleri, geçmişi, geleceği çarşaf çarşaf gazetelere, ekranlara taşınarak ifşa ediliyor.
Şahısın kimliğine, biyografisine, üslubuna, siyasi geçmişine, yaşam tarzına bakılarak, ya sonuna kadar arkasında duruluyor, ya da olan olmayan ne kadar ?marifeti? varsa ortaya dökülüp, yargıçtan önce yargılayıp, işi bitiriliyor. ?Bunun eşi var mıdır, dostu var mıdır, delikanlı oğlu, evlenecek yaşta kızı, ilköğretime giden bebesi var mıdır? diye hiç düşünmeden, haklarında yalan yanlış yazılıyor, çiziliyor, etik kuralların hepsi birden ayaklar altına alınıyor.
Siyasetçi; kendi asli görevini bırakıp, siyasetteki başarısızlıklarını, kendine yeni kapılar açarak, burnunu her konuya sokup milletin kafasını karıştırmakla meşgul. Sendikacı iş ve işçi haklarını bir yana koyup siyasetçinin görevini üstlenmiş, parti liderinin performansını gölgede bırakacak başarıların(!) sahibi. Avukat birliklerinin bir başkanını dinliyorsunuz, kafanız tavana vuruyor, diğerini dinliyorsunuz yerin dibine çakılıyorsunuz. Profesörün biri konuşuyor; sanırsınız ki ?memleket arşı alaya yükselmiş?. Bir diğerine kulak veriyorsunuz, ?dünyanın en kötü ülkesi konumundayız?.
Cahil ile okumuş; memleketin gidişatı hakkında elbette çok farklı düşüncelerin sahibi olabilirler. Bundan da doğal bir durum olamaz. Biri, cebindeki paranın hesabını yaparak bir sonuca varırken, diğeri; çok çeşitli faktörleri denklemin içine sokup o şekilde bir sonuca ulaşır. Buna mukabil, sıradan bir vatandaşın bile gözlemleyerek doğru sonuçlara varabileceği çok basit bir konuda bile, bir profesör ile diğer bir profesörün tam zıt anlamlar içeren sonuçlara ulaşmasını ya da zorlama yorumlarla illa ki farklı bir şeyler söylemeye çalışmalarını anlamak mümkün değil.
Ortada yumurta da yok fol da yok. Yumurtayı da, folu da biliyorlarsa bu davayı yürütenler biliyor. Yumurta da, fol da, civcivler de bu davanın sonucunda çıkacak ortaya. Ya da hiçbir şey çıkmayacak, yumurtalar ?pata? ayrılacak. Ama ahkâm kesen o kadar çok sayıda insan var ki; kimi bu dava için ?fasa fiso? derken, kimi ise bu davanın; ?devletimizin ilerlemesi önündeki engelleri kaldıracağını, milletimize bir kurtuluş reçetesi sunacağını, bu davanın neticesinde, Ülkemizin ayaklarındaki bağların çözüleceğini, tam bir demokrasi getireceğini? söylemektedirler.
Hâlbuki asıl olan, konu ile alakası olmayan herkesi ilgilendiren şeyin, ne o yana, ne de bu yana ahkâm kesmek değil, asıl olan; devletimizin bağımsız mahkemelerinin, bağımsız yargıçlarının vereceği kararı sabırla bekleyip, ondan sonra bir sonuca varmaktır.
Şimdi esip gürleyenler, yarın mahkemenin sonucu, düşündükleri doğrultuda çıkmazsa ne diyecekler acaba merak içindeyim. Milletten ve yargıçlardan özür mü dileyecekler, yoksa hiçbir şey olmamış gibi, pişkin pişkin sırıtıp yeni yeni problemlerin, tartışmaların planlarını çizmeye mi yönelecekler?
Sizler bu planların mühendisliklerini yaparken; suçsuz, günahsız, geçimini kıt kanaat imkânlarla sağlayabilen; dertleri, tasaları, çocuklarının gelecekte nasıl bir dünyada yaşacaklarının hesabını yapmak olan, sessiz yığınların günahlarını nasıl üstlenecekler? Boşa geçirttikleri zamanların vebalini nasıl ödeyecekler?
Millet şöyle diyor:
?Ey sandık, iyi ki sen varsın da, seninle sakinleşiyorum!?
Tayyar YILDIRIM