Size; noktasından virgülüne kadar yaşanmış bir olayı, yeni bir dükkân açıp, sonra da burnundan getirildiği için, dükkânını acilen kapatmak zorunda kalan bir esnafımızın, samimi duygu ve düşüncelerini yansıttığı ve gerçekten Maliye Bakanlığına göndermiş olduğu bir mektubu aktaracağım bugün.
Mektup şöyle;
?Sevgili Devletim.
Mesleği, unlu mamuller sınıfından, böreklik yufka imalatı olan bir yakınım var. Bana bir gün şöyle dedi: ?Ağabey, 20 yıldır kâh sigortalı, kâh sigortasız olarak el işinde çalışıyorum. Birlikte küçük bir imalathane açalım. Biliyorsun, maddi imkânım yok. Sen bana yardımcı ol. Hiç olmazsa; ürünü dağıtır, hem vaktini değerlendirirsin, hem de ikimiz de, inşallah üç beş kuruş para kazanırız. Böylelikle ben de el işinden kurtulmuş olurum? dedi. Ben de henüz genç bir emekli olduğum için vaktimi değerlendirmek amacıyla, ayrıca dükkân kurulum masrafının da öyle çok fazla bir yekûn tutmamasından dolayı, konuya olumlu yaklaştım.
İlk iş olarak; bu iş için ne lazım geldiğini, hangi araç ve gereçlere ihtiyaç olduğunu birlikte oturup tespit ettik. Yalnız benim bir şartım vardı. ?Kanunların emrettiği şeklin dışına çıkmam. Kayıtsız bir iş yapmam. Bütün işlemlerimi prosedürüne uydurur işe öyle başlar, işimin devamı sırasında da, zorunlulukların tamamını yerine getiririm. Bu konularda en küçük bir taviz vermem söz konusu olamaz. Bu şart benim olmazsa olmaz şartımdır? dedim.
Zira özellikle bu meslek ile alakalı çok sıkıntılı durumlar yaşandığını duyuyor, hatta biliyordum. Bu bir gıda imalatı işiydi. Bu işi yaparken çok titiz davranmak gerekliydi. Gayri nizami bir şekilde; evlerinde, merdiven altlarında, ya da adresi bildirilmeyen bodrum katlarında, sağlıklı olmayan şartlarda ve devlete vergi ödemeksizin imalat yapanları da duyuyordum. İşte sırf bu gerekçelerle, bundan da önemlisi rahat ve huzurlu bir ortamda, hizmet edebilmek, devletimizin koyduğu kurallara da uygun hareket etmekle mümkündü. Hatta şunu da söylemiştim. ?İmalat yaptığımız dükkânın pencerelerine, kesinlikle perde çekmeyecektik. Böylece, insanlar burada neyin, hangi şartlarda üretildiğini çıplak gözle görebileceklerdi.?
Hâlbuki şöyle düşünenlerin olduğunu da duyuyordum. ?Ben bir dükkân açsam, hem de gizli bir yerde işe başlasam, devlet beni buluncaya kadar aradan aylar, yıllar geçer, ben de o zamana kadar atı alır da Üsküdar?ı bile geçerdim.?
Çevremdeki bazı uyanık geçinen tipler de, bana hep bu yolu önerdiler. ?Kardeşim devleti sen mi kurtaracaksın? Bırak onu koruyanlar koruyorlar zaten. Hem, devleti yiyen yiyene, sana ne bundan? Sen de onlara uy, hayatını yaşa? diyenler bile olmuştu. Ben bu yolu asla tercih edemezdim. Söylenenlerin hepsine kulağımı tıkadım. Hatta onları şiddetle reddettim. Söyleyen ne söylerse söylerdi. ?Kimsenin ağzı; ne keseydi dikesin, ne de torbaydı büzesin.?
Öncelikle kayıtsız olan tüm kalemleri kayıt altına almak gerekiyordu.
Ben emekliydim. Bağ Kur sigortasından faydalanması için dükkânı, ortağım olan ustanın üzerine açtım. Devlete zaten 2.800.00 Tl Bağ kur borcu çıkmıştı. İlk önce onun ödenmesini hedeflemiştim.
- Öncelikle, devlete olan bu borcunu yapılandırıp, hem geçmişte devletimin sırtına kambur olarak bekleyen 2.800.00 TL?lik borcun ödenmesini, hem de sigortasız çalışan bir vatandaşı iş sahibi yapıp sigortaya kaydettirip, primini ödemesini sağladım.
- Atıl vaziyette duran ve devlete hiçbir katkısı bulunmayan bir dükkânı, sözleşme karşılığında 100,00 TL?ye kiraladım. Ülke ekonomisine aylık olarak, hiç yoktan bir 100,00 TL daha kazandırmıştım. .
- Dükkâna bir isim koydum. Ticaret Odasına gidip 480,00 TL karşılığında tescil kaydı yaptırdım. Ayrıca her yıl 130,00 TL aidat ödeyecektim.
- İşyerimi mali yönden kayıt altına aldım. Vergi levhası çıkarttım. Bu işlem için de 70.00 Tl yatırdım devletin kasasına.
- Belediyeden ruhsat almam lazımdı. Onu da yaptım. Sanırım 1 m2?si 1.00 TL?den, O?nu da kayıt altına aldım. Toplamda 50 metrekarelik bir dükkândı zaten.
- Dükkânın önüne astığım reklâm tabelasını ve camın üzerine yazdırdığım reklâm yazılarını da kayıt altına aldırdım. Buna da metrekaresine göre bir bedel ödedim devletin kasasına.
- Tarım İl Md. lüğünden ?gıda sicil belgesi? ve ?gıda üretim izni? aldım. Ayrıca günlerce, ?ürün üretim şeması? üzerinde çalışıp emek vererek hazırladım. Bütün bunları tamamlayıp gereken ne ise yaptım. Bu işlem için devletimiz herhangi bir bedel almadı.
- Barcod numarası için gerekli evrakları tamamlayıp Ankara?ya gönderdim ve yine belli bir ücret karşılığında o numarayı da aldım. Onun da her yıl aidatını ödeyecektim.
- Gıda mühendisi ile sözleşme yapmak gerekiyordu. Hem de noter tarafından. Bu işlem de; hem notere, hem mühendise, hem de mühendisin sigorta primi karşılığında devletin kasasına para girmesi demekti. Yani ekonomiye para kazandırmak anlamına gelen işlemlerdi bunlar.
- Sürekli olarak ambalaj malzemesi alıyordum.
- Matbaada fiş, fatura ve benzeri evrak bastırıyordum.
- Bir terazi aldım ve belediyeye kayıt yaptırdım.
- Yazar kasa aldım ve kayıt altına aldırdım.
- Uncudan un, tüp gazcıdan gaz alıyordum.
- Muhasebeciye defter tutturuyor, hem muhasebe parası, hem damga vergisi, hem kira stopajı, hem de muhasebe defter ücreti için devlete stopaj vergisi ödüyordum.
- Yangın tüpü almak gerekiyordu. Bunun için hem belediyeye bir ücret, hem de yangın malzemeleri satıcısına tüp karşılığı bir bedel ödemiştim
- Dükkânın; elektrik, su, telefon giderleri karşılığında devlet ile aramda sürekli olarak parasal bir ilişki oluşmuştu.
- Dükkânda kullanılacak malzemeler için 3.000.00 tl civarında para harcadım. Bunların hepsi kendi çapında piyasayı hareketlendirecek eylemlerdi.
- Üretilen malı, bir mağazalar zincirine, ayrıca bir kaç bakkala veriyor, millete hizmet ediyor, oralardan da devlete dolaylı vergiler sağlıyordum.
- Kendim de çalışıyor, bir köşede emekli emekli oturacağıma, vaktimi değerlendiriyor, hem de aracımla hem akaryakıt, hem de bakım ücretleri bakımından ekonomiye katkı sağlıyordum.
- Dükkânda; sabah, öğle ve akşam yemek yeniyor, gün boyu çay içiliyor ve bu yolla da, manav ile bakkal ile kasap ile ve dahi diğer esnaflarla alış veriş yapılıyordu. Bu da ekonomiye bir katkı demekti.
- Dükkân gelirleri üzerinden ev kirası ödeniyor, evin diğer masrafları karşılanıyordu.
- Bağ-Kur borcu yapılandırıldığı için dükkân sahibi ve çocukları, artık sağlık güvencesine de kavuşmuştu.
- Ürün için günlük olarak beş koli yumurta alıyordum. Yumurtacı ile de ekonomik bir bağ kurmuştuk.
Evet, tam 24 kalem civarında kayıtsız olan konuyu kayıt altına aldırdım. Bütün bu işlemler, dükkân açılmazdan önce devletin sırtında kambur olanlarla birlikte bir kenarda duruyorlardı. Şimdi ise; sabit ödemeler, günlük ödemeler, aylık ödemeler, yıllık ödemeler yapan, kısaca kendi çapında devletimizin ve kendimizin ekonomisine katkı sağlayan bir işletmemiz vardı.
?Bismillah? deyip, işe başladık.
Bu ürünümüzü satmak için öncelikle bir tanıtım yapmak gerekiyordu. Elime birkaç paket ürün alıp, arabama atladığım gibi dükkân dükkân dolaşmaya başladım. Bir dükkânın önünde durdum ve elimdeki ürünlerle birlikte içeri girdim. Daha girer girmez iki yanıma kravatlı ve elleri çantalı iki adam dikildi. Pusuya yatıp dükkâna mal getirecek birisini bekliyorlarmış sanki. Sorgulama, anında başladı.
?Bunlar nedir?
? Bunlar yufkadır.
?Ne olacak bunlar?
? Bunlar börek yapılıp yenilecek.
?Bırak kardeşim dalga geçmeyi! Ne yapacaksın bunları?
?Dalga geçmiyorum. Bu ürünü alanlar, evlerine götürüp börek yapıp yiyecekler.
?Hani bunların faturaları?
?Ne faturası? Ben bunları satmak için değil, henüz tanıtmak için getirdim.
?Gel bakalım içeriye, deyip çantalarını çıkarıp bir kâğıdın boş yerlerini doldurmaya başladılar. Arkasından da 130,00 TL ceza yazıp makbuzunu gönderdiler. Onlar kâğıdı yazarken, ?ben bu malları tanıtmak için getirdim. Yani önce tanıtacağım. Arkadaşlar da beğenirlerse, sürekli olarak vereceğim. Faturalarım, irsaliyelerim hepsini matbaada bastırdım. Ben her şeyi sağlam yaptım? demeye çalışıp, derdimi anlatmaya gayret etsem de daha birinci dakikada golü yedim ve 130,00 Tl. cezaya çarptırıldım. Böylelikle devletime karşı ilk suçumu işlemiş ve ilk cezamı da ?yemiştim?. Ama sağ olsunlar, meğer ben o cezayı 15 gün içinde yatırırsam yüzde şu kadar karımın olacağını? söylediler bana. Bilseniz bu habere ne kadar çok sevindim(!).
Bu olaydan sonra; on, onbeş gün süreyle sorunsuz bir şekilde ürün dağıtımına devam eder iken bir gün, dükkânın telefonu çaldı. Hemen açtım.
?Buyurun
?Orası şurası mı?
?Evet
?Vergi numaranızı verir misiniz?
?Hayırdır siz kimsiniz?
?Biz vergi memurlarıyız. Filan yere faturasız ürün vermişsiniz. Size ceza uygulayacağız.
?Hanımefendi. Ben hiçbir yere faturasız ürün vermiyorum. Beni dinlemeden bana ceza uygulayamazsınız. Orası size faturayı ibraz edememişse, benim bir kabahatim olamaz. Gelin buraya, ben size ibraz edeyim.
?Beyefendi! Bizim işimiz var, gücümüz var. Sizinle uğraşacak değiliz. Vergi numaranızı veriyor musunuz, vermiyor musunuz?
?Hanımefendi yazın vergi numaramı. (1728???..)
Araştırdım; birkaç gün önce bir fatura kesmişim (zaten birkaç günde bir veya iki kg. yufka ancak satabilen bir bakkal dükkânıydı orası). Tezgâhtaki ürünlerde o faturaya ait ürünlerdi. Fakat bu ürün, çok çabuk bozulan bir ürün olduğu için, iki gün geçmeden ürünler bire bir değiştirilmek zorundaydı. Dolayısıyla iki gün önce kesilen fatura değiştirilen bu ürünlerin de faturası oluyordu. Yoksa iki güne bir, ?iki adet yufka için irsaliye kes, ardından fatura et, sonra git iade faturası kes, değiştirdiğin ürüne yeniden fatura kes?, bilmem anlatabiliyor muyum? Bunun adına sistem mi diyorsunuz? Fatura tarihi ile ürünün üretim tarihi arasındaki iki günlük fark bu sebeple ortaya çıkıyor. Eski ürün alınıp yerine yeni ürün konuluyor. Bu durumu, bu işi yapanlar daha iyi anlayacaklardır. Bu gerçeğe rağmen kraldan fazla kralcı olanlar, tutanağı tutup, masanın üzerine bırakıp gitmişler. ?Git derdini Makro Paşa?ya anlat? mesajı vermişler yani. Bir tutanak, muhatabının ifadesi alınıp tutulması gerekmez mi Sevgili Devletim?
Sevgili Devletim.
Aradan bir on beş gün daha geçti. . Telefonum yine çaldı. Zaten bu telefon, siparişten çok, devletimin memurları tarafından aranılıyordu.
?Alo
?Buyurun
?Orası şurası mı?
?Evet, burası, orası.
?Ben vergi memuru. Vergi numaranız lütfen.
?Hayırdır memur bey?
?Kardeşim vergi numaranızı istedim, hal hatır sormanın zamanı değil. İşimiz var gücümüz var.
?Ben gerekçe soracaktım memur bey
?Faturasız mal vermişsin kardeşim.
?Memur Bey isteyin ibraz edeyim. Beni neden dinlemeden, harekete geçiyorsunuz?
Telefon, ?paaat!? diye yüzüme kapandı.
Abartısız, hilafsız söylüyorum ki, henüz işletmeye başlayalı iki ay olmuş olmasına rağmen, bu süre içerisinde üçüncü kez 130,00 Tl?lık ceza yemiş oluyordum. Söyleyin bu bir işkence değil midir?
Ben, titiz davrandıkça; ben, kurallara riayet ettikçe; ben, beladan kaçtıkça; bela üstüme geliyordu. Hem de tek taraflı kararlarla, hem de yeni açılmış bir dükkân için, hem de çok saf ve temiz duygularla yola çıkan birisinin, ?ümüğünü sıkarak?, hem de ?devleti sen mi düşüneceksin be kardeşim? Yarın senin de burnundan getirecekler? diye akıl verenlere direnerek, gayri resmi hiçbir konuya tevessül etmeyerek, yola çıkan birisini yavaş yavaş şirazeden çıkarmak için uğraşıyorlardı.
Hem de yeni açmış olduğum bir iş yeri burası. Devletimin üzerine kambur olan 20?nin üzerinde işi kayıt altına almış ve piyasaya da yeni girmiş, temellerini sağlamlaştırma kaygısında olan bir işyeri. Kendi yağıyla kavrulan, kavrulmadığı yerde, emekli maaşının ilave edilip katkı yapılan bir iş yeri. Daha besmele çekmeden üzerine çullanıp, ?işte yakaladım seni, bas cezayı? diyerek uğraşıyorlardı şirazeden çıkarmak için?.
Ben, hiç olmazsa ilk bir yıl içinde, bu gibi iş yerlerinin kapısının, devlet tarafından, ?sadece eğitim amaçlı olarak açılması gerektiğini? düşünüyorum. Bu şekilde yola çıkanların cezalandırarak değil, ödüllendirme yöntemleriyle teşvik edilmelerinin, devletimize daha faydalı olacağını düşünüyorum. İlk bir yılın; piyasa ile entegrasyonunun sağlanması, işlemlerin öğretilmesi süreci olarak değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Ben, bu tür işyerlerinin hiç olmazsa belli bir dönem, ?vergiden muaf tutulması? ya da hizmet türüne göre standart bir tutarın vergilendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu tür ürün imal eden ve satışını yapan yerlerin, irsaliye, fatura sarmalından kurtarılıp başka yöntemlerle ekonomiye kazandırılmaları gerektiğini düşünüyorum. Çünkü bu tür ürünlerin dağıtımı ve pazarlaması işlemlerinin ?irsaliye? sistemine hiç uymayan işlemler olduğunu düşünüyorum. Bu düşüncelerimdeki amacım; vergiden kaçınmak değil, tam aksine devlete daha çok gelir sağlayacak başka bir yöntemin bulunması, vatandaşa yapılan işkencenin sona erdirilmesidir.
Aynı işi yapıp da kayıtsız çalışanların kazançlarından ötürü ağzı kulaklarına varan haykırışlarını duydukça, kendi pozisyonuma bakarak devletimin kaybettiği gelirler açısından, onlar adına vicdan azabı çekiyorum. ?Kimlerin kayıtsız iş yaptığını? sorup, onların ihbar edilmesi gerektiğini söylemenin de; bana yapılabilecek en büyük haksızlık olduğunu düşünüyorum. Bu sorunun ortadan kaldırılması görevinin de devlette olduğunu biliyorum.
Benim suçum, kendimi, kendi ellerimle kayıt altına aldırmış olmaksa, bundan dolayı da işkence çektiriliyorsam, ben de bu işi bırakıyor ve aynı türde olan iş kollarını ve oraları işletenleri bu labirentin içinde bırakıp, onlara bol kazançlı ve sabırlı günler diliyorum. Şevkle başlamış olduğum iş için açmış olduğum dükkânımın kapısına, daha aradan bir yıl bile geçmeden, kilit vurmam çok acı. Asıl acı olan nedir biliyor musunuz? 20?nin üzerinde kayıtsız işi kayıt altına alıp, bir o kadar da ekonomik ilişki kurduğum iş yerleri ve devlet kurumları ile olan bağlarımın hepsinin bir anda ortadan kalkıvermesi ve yeniden devletimin sırtına yükler binmesidir. Bağ kur prim borcu da ödenmediği için, sağlık güvencesi de sona erdi artık.
Bu tecrübeyi yaşamadan önceki tarihlerde; alışveriş için bir esnafın yanına giriyordum. Ağabeyimizin yüzünden düşenin bin parça olduğunu görüyordum. Alacağım ürünün fiyatını soruyordum, o da söylüyordu. Tabi pazarlık yapmak ihtiyacı duyuyordum herkes gibi. ?Yahu zaten yeterince kazanıyorsunuz, benden de az kazanıverin? diyordum. Benim bu halime ise esnaf ağabeyimizin içten içe çok sinirlendiğini hissediyordum. Neden öyle hissettiğimi şimdi daha iyi anlıyorum.
Bir yıl boyunca yaşamış olduğum bu esnaflık serüveninden sonra dürüst olarak iş yapmaya çalışanların (ki herkesi dürüst iş yapanlar olarak görmekteyim ve buna da inanmak istemekteyim) neler çektiklerini öğrendim. Onların hepsinden özür diliyorum. Onlar çok kutsal bir iş yapıyorlarmış. Meğer onlar; ?masanın arkasında oturup, al malı ver parayı deyip, çok para kazanmıyorlarmış.? Ama devletimizin ilgili kurumları sadece cezalandırma yöntemi ile vergi toplamaya, esnafı para basan darphaneler olarak görmeye devam ediyorlar. İnisiyatif diye bir şey yok ortada. Kanunları sırf cezalandırmaya, korkutarak vergi toplamaya göre düzenliyorlar, özellikle de öyle uyguluyorlar. Sonra da, sürekli olarak, ?vergi kaçağından? bahsediyorlar. Çok kazananlardan ziyade yeni kurulan, kendi yağıyla kavrulmaya çalışanların üzerine gidiyorlar. Bunu devletim yapıyor, yoksa devletim adına görev yapanlar, devletimin gücünü kötüye mi kullanıyorlar elbette onu da merak etmekteyim.
Eski tarihlerde kralın birisi, nehrin birinin üzerine bir köprü yapılmasını emretmiş. Ülkedeki bütün köprü ustalarını karşısında toplamış. Demiş ki; ?bu derenin üzerine bir köprü yapılacak. Ancak bu köprünün kemerinde ne 41, ne de 39, tam 40 (kırk) adet taş kullanılacak. Kemerin sağı da solu da aynı ölçüde olacak. Taşların ölçüleri de aynı olacak.?
Mimarın birisi, ihaleyi almış ve işe başlamış.
Kemerin sağına yirmi taş, soluna 20 taş koymuş ama kemeri tutturamamış. Kemerin tam ortası sürekli olarak boş kalıyormuş. Yıkıp yeniden yapıyormuş yine değişen bir şey olmuyormuş. ?Boşa koyuyor dolmuyor, doluya koyuyor almıyormuş.? Hemen bir taş daha imal edip, kemerin ortasına koyuvermiş. Meğer kemer de bu taşı beklermiş. Böylelikle kemeri 41 taş ile bitirmiş ama ortaya da çok sağlam bir yapı çıkmış.
Krala haber salıp kemerin bittiğini söylemişler. Kral gelmiş, eline asasını alıp başlamış saymaya. ?1, 2, 3, 4?39, 40,
Sonra çekilmiş bir kenara ve bir aslan gibi kükremiş.
?Bre gafil! Ben sana ne söyledim, sen ne yapmışsın! Ben 40 taş ile yapmanı emretmiştim, sense 41 taş kullanmışsın. Vurun bunun kellesini? demiş.
Giyotine gitmeden önce usta; ?ey ahali! Belli ki kellem gidecek. Ben de diyorum ki; kim bu devlet için çalışırsa canla baş, mezar taşı olsun 41 nci taş? diye bağırmış. Tabi ki kelleyi de kurtaramamış.
İnsanımızın üzerine bu kadar gidilmemelidir. Sistemi iyi kurmak lazımdır. Sadece ceza değil, bazen de ödül vermek lazımdır.
Küçük esnaflar, dertlerini anlatamıyorlar, anlatacak merci bulamıyorlar, bulsalar da kendilerini dinletemiyorlar. Devlet adına görev yapanlar, kraldan fazla kralcı kesiliyorlar. Sonra da; ?memurum bir suç işlemiş ise kanunu var nizamı var. Gidin şikâyet edin? deyip aradan sıyrılıyorlar. Sanki bugünden yarına netice alınacakmış gibi.
Yeni açılan ve henüz ayakları yere basmayan ve dükkân kurulum masrafını dahi çıkaramayanların üzerine acilen vergi amaçlı gidilmesi, yetim çocukların ekmeğinin gasp edilmesinden daha da beterdir.
Bu duruma acil çözümler bulunmalıdır. İnsanımızın şevkinin kırılmaması gerekmektedir.
Elbette; ?Allah devletimize zeval vermesin? devlet de adaletli ve ilmi davransın.
Saygılarımı sunarım,
Sevgili Devletim?
-------0------
Devlet bu mektuba şöyle cevap verdi:
Sayı: B.07.1.GİB? 18.01.2008
Konu: Mektup
Sayın Mükellef
27.10.2007 tarihli mektubunuz, ilgili birimimizce incelenmiş ve denetime çıkan ekiplerimize gerekli uyarılar yapılmıştır. Siz de bilirsiniz ki görev alanımız büyük olup, denetimlerde gerekli hassasiyeti göstermemize rağmen bizim de bazı hatalarımız olmaktadır. Ancak, mükellef lehine olan, bazı durumlarda da Vergi Mahkemelerine dava açma hakları saklı bulunmaktadır.
Sizin göstermiş olduğunuz hassasiyetten dolayı tebrik eder, işlerinizde hayırlı kazançlar dileriz.
Tayyar YILDIRIM