Mezar bir tarihtir. Mezar bir kitaptır. Mezar bir ibret levhasıdır. Yeter ki insan gönlünün gözüyle bakabilsin, ruhuyla İdrak edebilsin kabirleri. Mezar terbiye ocağıdır. Mezar muhasebe mekânıdır. Mezarlar vahiy ölçüsüyle ve ötenin hesabıyla isabetli kararların alınabileceği, ince duyguların Kuran ve sünnet ile değerlendirileceği berrak yerlerdir. Anlamını ve yaşama gayesini yitiren kentlerin ve insanların yanında,
En diri,
En canlı,
En anlamlı şehirlerdir mezarlar.
Mezarlar diridir, mezarlar canlıdır..
Özünden ve özümüzden bakınca mezarlara, susarak anlatımın en kemal noktasını görürüz. Hele siz bir gidin oraya ve tanış olmaya çalışın oradakilerle ve bir bir dinleyin özgeçmişlerini. Ağaçları sizlere nasihat eder, taşlan bile konuşur mezarların.
Bakmasını bilen gözler,işitmesini bilen kulaklar, neler görmez ki, neler işitmez ki mezarlarda..
?.
Ada:2 Parsel: 1008 de bulunan 1280 nolu kabrin başındayız. Herhalde yakında ziyaretçisi gelmiş, üzerine konan çiçekler henüz kurumamış, Kabrin başucunda gözyaşı silinmiş kâğıt mendiller. Kim-bilir hangi duyguların anlatımını yansıtıyor?.
Emekliliğine kısa süre kala karşılaştığı insanlara.,
"Emekli olduktan sonra bu işlere tevbe edip namaza başlayacağım" derdi.
Ancak ne olduysa,
1994'ün nisan ayının ilk haftasının cumartesi akşamı oldu. Eski bir dostuyla, kahvede masanın kenarında otururken, hesap yüzünden çıkan bir tartışmada araya girmiş ve dört yerinden bıçaklanmıştı.
Hastaneye kanlar içinde götürülürken ölümün soğuk çehresiyle karşılaşıyor, yaşantısının muhasebesini yaparken. Haklı bir telaşa kapılıyordu.
Şimdi ölmenin sırası mıydı?.
Daha tevbe edecek, kötü alışkanlıkları bırakacaktı.
Bu haldeyken hangi yüzle Allah'ın huzuruna çıkacaktı?
Aklına neler gelmedi ki ?Keşke? diye geçirdi içinden. Sahi ya! Çocukları geldi aklına çagdaş medeniyet adına yetiştirmişti onları yaşamlarına hiç karışmamış, karışanlara da karşı çıkmıştı. Onları örümcek kafalı olmasınlar düşüncesi ile Din, İman,Kuran, Peygamber gibi değerlerle yetişmesin diye yaşadığı müddetçe mücadele etti.
Oğlu aklına gelince, sanki beşinci, altıncı, yedinci bıçak darbesini yemişti. Sövdü, küfretti.. Kendisinin yetiştirmediği, kendisinin terbiye vermediği oğluna bir daha, bir daha küfretti..
Tekrar kendine döndü. Ölmemeliydi, ne yapıp edip Ölmemeliydi. "Kurtulursam İlk işim namaza başlamak" diye geçirdi içinden. Namaza başlamayı sürekli erteledi, Kuranı okumayı sürekli erteledi, hayır hasenat işlerini sürekli erteledi?
İnsan bu!. Ne kadar yaşayacağı ne malum?
Ya hemen ölürse!
Ya hemen ölürsem!
Yok yok ölmemeliyim!
Başını tutan adamın sesini duydu.,
Birader hızlı sür, adam ölecek. Çok kan kaybediyor
"Kim Ölecek? Ben mi? Ben mi öleceğim? Ben ölmemeliyim, ben yaşamalıyım. Çünkü ben tevbe edeceğim, çünkü ben namaz kılacağım, çünkü ben?. hıkk.. Ben ölmemeliyim, ölmeyeceğim, ölmeyeceğim..
Keşke bu yanlışları yapmasaydım, keşke tevbe etseydim, keşke namaz kılsaydım, keşke..."
Kardeşim' hızlı gitmene gerek yok, öldü adamcağız!.
?
Bu özgeçmiş ile kabrine tekrar bakıyoruz. Ve "Keşke" haykırışlarının aynı dirilik ve aynı canlılıkla tekrarlandığım duyuyoruz.
Keşke.. .
Keşke....
Keşke.......
(*)Mehmet Alağaş ?Mezar notları1.MEKTUP