Bugün bayramın ikinci günü.
Kahvaltıdan sonra bilgisayarımı açtım. Önce gazetelerin meşhur yazarları nelere dikkat kesilip okuyucularıyla neleri paylaştıklarını merek ettim her zamanki âdetimle. İki yazıda iç dünyamdan yansımalar buldum. Birisi Mustafa Ünal?ın Zaman?da çıkan ?Bayram Hoşluğu? başlıklı yazısı, diğeri Haşmet Babaoğlu?na ait. Babaoğu, bayramın ikinci günü düşüncelerini Sabah?ta ?Durmak? adıyla kaleme almış.
İlkinde dile getirilen düşüncelerle bayram sabahı Diyanet İşleri Başk. Prof. Mehmet Görmez?in Süleymaniye?de okuduğu bayram hutbesinden de söz ediliyordu ki bu hutbede gerek dile getirilen düşünceler gerek bu düşüncelerin dile getiriliş biçimi tek kelimeyle harikaydı bana göre.
Başkan?ın hutbesinde oldukça etkileyici şiirsel bir vardı ve düşünceler buna yakın bir üslupla dile getiriliyordu.
Diyebiliyor musunuz?
Rabbim, orucumu tuttum, orucuna tutundum da indirdiğin Kitab?ı daha çok anlamaya çalıştım, bana verdiğin nimetleri yetimlerle, ihtiyaç içindeki kullarınla daha çok paylaşmaya çalıştım, gönlümü de sofamı da daha çok açtım.
Diyebiliyorsanız?
Bayramınız mübarek olsun!
?
Mustafa Ünal konunun önemini şu cümlelerle aktarıyordu okuyucularına: ?Somali başta olmak üzere Afrika'daki trajedi bu yılki Ramazan'ın teması oldu. Fitre ve zekâtlar yardıma en fazla muhtaç Afrika insanına gönderildi. Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez'in Süleymaniye Camii'ndeki bayram hutbesinde konu veciz şekilde anlatıldı. Gönül kuraklığından, açgözlülükten söz etti. Türk insanı, gönül kuraklığını Somali ile giderdi, aç gözlerden olmadı, ekmeğini paylaştı. Türkiye, bu insanlık sınavından yüzünün akıyla çıktı.?
Bayram sabahı bir bölümüne yetişebildiğim bu hutbe beni öyle etkiledi ki bu etki gün boyu devam etti. Bayramlaştığım dostlardan bazılarıyla paylaşmak istediğim bu hutbeden kimsenin haberi olmamıştı. Diyanetin sitesine videosu konulmuş mu diye merak edip aradım; ancak bulamadım. Bu hutbe metninin çoğaltılıp kamuoyuyla paylaşılmasını doğrusu çok istiyorum. Son yıllarda milletçe bir kamu görevlisinden hem de Süleymaniye gibi bir ulu mabedin minberinden okunan mükemmel bir hutbeydi doğrusu.
İkinci yazıdaki önemli bulduğum husus ise yaşadığımız bu hız çağında çoğu zaman ne yazık ki geçip gittikten sonra farkına varabildiğimiz güzelliklerin, bizi değerli kılacak önemde bazı davranışların farkına varabilmek amacıyla ara sıra anlamlı duruşlar yapabilme vurgusu ki Babaoğlu düşüncelerini ve temennisini ilgimi çeken şu sözlerle dile getiriyordu:
?Canlılığın özü harekettir.
İnsan hep "yol"dadır.
Fakat bir şeylerin peşinden sürekli ve hızla koşturmak başka bir şeydir!
Malum, modern hayat bizi saatin, takvimin, ajandanın kölesi yapıyor.
Arzular bile yetişmezsen, kaçacakmış gibiler!
Başarının ölçülerinden biri hız olup çıkmış! Hızlı olan kazanıyor! Yavaş olana burun kıvırılıyor.
Farkındasınızdır, bilgilerimiz çoğaldıkça çoğalıyor. Dev bir malumat dağının tepesinde yaşıyoruz.
Ama neye yarar? Çünkü doğru düşünebilme yetisi gitgide kayboluyor.
Sonuçta...
Bu hızlı hayat karşısında...
Bu kulağımıza durmadan "haydi, çabuk ol" diye fısıldayan popüler kültür karşısında...
Yorgunuz...
Yorgunsunuz, yorgunlar!
Ben diyorum ki...
Üretim ilişkileri böyle sürdükçe...
En çok tükettiğimiz şey "kaliteli hız" olduğu sürece... "Yavaşlık" kalıcı bir çareye dönüşemez.
Modern insanın direniş modeli ve ilacı ara sıra "durmak"tır.
Dönüp hayata ve (asıl olanı) kendimize bakmak için... İncelikleri unutmadan derinlemesine düşünmek için...
Yaratıcı yanımızı yeniden keşfetmek için...
Önce durmamız ve bizi içine hapseden çarkı durdurmamız gerekiyor.?
Evet, doğru söze ne denir. Babaoğlu?nun düşüncsine ben de katılıyorum ve diyorum ki: Belki henüz öğrenemediklerimiz belki unuttuklarımız var; ama her zaman ve her yerde bizi değerli kılacak incelikleri unutmamaya ve bunlar üzerinde ara sıra da ola düşünmeye gerçekten çok ihtiyacımız var.
Kalın sağlıcakla?