Yine döndüm eskilere. Ta 40 yıl öncesine. Taşlardan arındırılmış bir kaç evlek tarlamızın bir kenarına; karasabanla, çavdarlı buğday ekerdi babam. Kalan kısmı da ?bostan? için ayrılırdı. ?Bostan? dediysem, yaygın olarak bilindiği üzere; ?kavun ve karpuz? dan müteşekkil ürüne denmezdi bizim köyde. ?Bostan? denilince; domatesin, mısırın, biberin, salatalığın, patlıcanın, fasülyenin, kabağın, kısaca her türlü sebzenin genel adı anlaşılırdı. Kavun ve karpuz, yetiştirilmek üzere, semtine bile uğramazdı tarlamızın.
Genelde babam; zaten kısıtlı olan tarlamızın, daha ziyade ekin ekimi için ayrılmasını, anam ise ?bostan? ekilecek bölümün daha fazla olmasını isterdi. Bu yüzden, her ?ekim dikim mevsimi?nde uzun tartışmaların yaşandığına şahitlik ederdik çoluk çocuk hepimiz... Babama göre; ?çavdarla karışık buğday ekiminin yapılması, diğer bütün ürünlerin yetiştirilmesinden daha elzemdi. Ekmek yapılacaktı ondan. Ekmek, katıksız yense bile karın doyuran bir yiyecekti. Kış boyu ambarda eksikliği hissedilmeyecekti ki teknede de ekmek hiç eksilmesin. Ya bostan öyle miydi? Bir ay ekimi dikimiyle uğraşırdın, ürün çıktıktan sonra suyuyla başedemez, bir kaç ay sonra da tükenir giderdi. Bir kısmını rüzgar ?çalar? bir kısmını yaban domuzları talan eder, geri kalanını da zaten henüz çiçeği burnunda iken yer bitirirdin.? Babam böyle düşünürdü hep.
Anam ise; ?özellikle bir kaç çuval fasülye yetiştirilirse, Seydişehir Pazarı?na götürülür, pazarda satılır; onlardan kazanılan parayla; üzüm, kavun, karpuz, çocuklara çorap, giyecek falan alınır. Gelecekte çocuklar büyüyecek kimi gelin olacak, kimi damat olacak, onların hepsi çeyiz ister. Her Pazara gittiğinde bir parça çeyiz alsan, çocuklar büyüyünceye kadar ihtiyaçlarını görürsün? diye düşünür ve bu düşüncesini savunurdu hep. Neticede her yıl tekraralanan ama ?işin varacağına vardığı? hadiseler yaşanırdı evimizde, tarlamızda...
Köyümüzde öyle kaliteli ?bostan? yetiştirilirdi ki; lezzetine doyamazdınız her bir cinsin. Her Çarşamba günü kızların, kadınların ?fasülye toplama günleri?ydi. Cıvıl cıvıl olurdu o günkü bostan tarlaları. Fasülye denilince; Seydişehir çevresinde ?Oğlakçı Köyü? akla gelirdi. ?Oğlakçı?, fasülyede bir markaydı. Marka olmasına markaydı ama bilgisizlik, o markayı da yedi bitirdi. Kendi markası çevrede aranan bir marka olmasına rağmen, yabancıya özenti, o markayı da yedi bitirdi. Başka cins fasülyeler kendi markasına tercih edildi ve o güzelim fasülye yok olma noktasına geldi. Gerçi o yok olmasa bile, köydeki iş gücü, ondan önce tükendi, bitti.
Mısırlar vardı köyümde; iri iri taneli, lezzetinden parmakların yendiği... Hepsini bitirdi yaban domuzları ve yaban sevdası...
Domatesler vardı ?yambır yumbur.? Lezzetinden çatlardı toprağın üstünde. Seher rüzgarlarını yedi mi, üzerinde tomur tomur damlacıklar oluşurdu. ?Et domates? derlerdi sıfatına. O ?yamuk yumuk? domatesi ortasında tuttun da ikiye böldün mü, güzelliğini tarif edemez, yemeye kıyamazdınız.
Pazara; fasülye götürülür, domates götürülür, onun parasıyla köyde yetiştirlmeyen; karpuz, kavun, üzüm v.s ürünler alınırdı. Çuvallarla satın alınırdı kavun ve karpuz. Lezzetinden yiyemezdiniz. ?İri iri, ala bele çekirdekleri?, simsiyah kabukları vardı karpuzların. Kavunun kokusu pazarı tutardı mis gibi.
Onları da kurban ettiler yabancı hayranlığına. Önce, kabak tohumunu toprağa, sonra karpuz genini kabak fidesine aşıladılar. Önceleri gerçek karpuz fidesinde, bir dalda üç karpuz yetişirken, bu yöntemle; bir dalda on üç karpuz yetişiyormuş şimdi. Hem de her birisi kabak büyüklüğünde...
Söyler misiniz o eski karpuzların lezzeti var mı yediğiniz karpuzlarda? Kabağın ortasındaki püsküller şimdi karpuzumuzun içinde cirit atıyor. Kabak kokulu karpuz yedirtiyorlar millete...
Afiyet olsun!