1970’lerde henüz onlu yaşlarımdayken, “kırk yılın başı” köyden şehire gitmek gerekse, yedi kilometrelik; adına yol denirse eğer, öyle bir yolu “tabanvayla” Çavuş’a oradan da traktörün kasasına binip, yine adına yol denilirse eğer; daracık ve kum ve çakıldan ibaret Çavuş-Seydişehir yolunu, zikzak çize çize kat ederdik.
O tarihlerde Karabulak Köyü’nü Seydişehir’e doğru geçince, fabrikaya ait Elektrik Santrali denilen “heyula bölgeyi” de aştıktan sonra, Alüminyum Fabrikasını sınırlayan beton duvarların üzerinden, henüz yeni yeni boy atmış, şu an yerlerinde yeller esen, karavak fidanlarının arasından dünyanın en büyük bir kaç fabrikasından birisi olan fabrikayı görebilmek için, traktörün kasasında ayağa kalkıp izlemeye koyulurdum.
Hiç unutmuyorum, şehrin tam da o bölgseinde, yolun kenarında; “Rakım”, “Nüfus” tabelası vardı... Üzerinde de “9100” rakamını görürdünüz. 1970’li yılların başında nüfus bilgi levhasındaki 9100 rakamı bir anda, bir kaç yıl içerisinde 20.000’li rakamlara yükselivermişti.
Seydişehir bir anda inşaat şantiyesine dönüşüvermişti o tarihlerde... İnsanlar, 3-5 sene içerisinde çok bük değişimlere, gelişimlere uğramışlardı. İlçemizin boş sokakları, kısa süre içinde; dükkanlarla, arabalarla, boş arsaları ise evlerle, apartmanlarla dolup taşıvermişti.
En dikkat çeken toplumsal hareketlenmeler ise Seydişehir Sebze Pazarında yaşanırdı... Köylerden, ürünlerini pazara indiren köylüler; akşam üzeri işçi çıkış saatini yani “saat dördü dört gözle” beklerlerdi... O saatlerde pazarı “istila” eden binlerce işçi, sebze pazarına sular seller gibi akar, pazarda ne var ne yoksa “siler süpürürlerdi.”
Yıllar geçti, şartlar değişti, dünya düzeni başkalaştı, global anlayışlar, işletme mantığı, ticaret alışkanlıkları, serbest piyasa, fabrikanın tekonolojik eskimesi,özelleştirme v.s nedenler sancılı zamanlar yaşattı Seydişehirimize... Zaman geldi “ölü bir kente” dönüştü, zaman geldi anarşi ve terörün odak merkezi haline geldi.
Kimi; “hantallıktan”, kimi; “doyumdan”, kimi; “doyumsuzluklaran” dem vurmaya başladılar. Özelleştirme sürecinde ise, kimi; “peşkeş çekmekten”, kimi; “emeğe ve alınterine saygısızlıktan” bahseder oldular. Kimi de; “fabrikanın tamamen kapatılacağı” öngörüsünde bulundular.
Gün geldi ve dünyanın gittiği yere, dünyanın girdiği yola Türkiye’de girmek zorunda kaldı... Tabi ki özelde de Seydişehirimiz, hiç akla hayale gelmeyen, “olmasının imkansız” olarak görüldüğü bir anda “özelleşme” sisteminin dişlileri arasında buluverdi kendisini.
Dün, yani 05.07.2012 tarihinde şahitlik ettiğim manzara, yani Seydişehir, Ahmet Cengiz Mühendislik Fakültesi’nin açılış töreninde gördüğüm tesisler ve duyduğum sözler 7,5 yıl önce özelleştirme sancılarının çekildiği dönemde yaşanmış olan nahoş hadiselerin artık gerilerde kaldığını, kalmasını gerektiğini gözler önüne seriyordu. Ülkemizn ve özellikle de Seydişehirimizin, yapılan bu değişimden ne kadar da kârlı çıkacağının sinyalleri dün fazlasıyla veriliyordu.
Seydişehir’de, bundan 10 yıl önce; “buraya fakülte kurulacakmış, üniversite açılacakmış” diyen birisini duysalar, üstüne hemen “deli” damgasını vuruverirlerdi. Halbuki çoğu zaman bazı önemli başarılara “delilerin” imza attığını DA unutmamamız gerekiyor...
İşte Seydişehir’in öz be öz evladı ve Ahmet Cengiz Mühendislik Fakültesi’nin Dekanı, olan Prof Dr. Yunus Çengeloğlu, S.Ü.Yönetimi, siyasiler ve Seydişehir halkının birlikte gayretleriyle “hayal olan” bu işler gerçekleşmiş durumdadır.
Prof Dr. Yunus Çengeloğlu’nu on yaşından beri tanırım. İvriz İlköğretmen Okulu’nda, benden bir kaç dönem sonraki bir dönemin öğrencisi olsa da; başarılarını, bir hemşehrisi olarak yakından biliyordum. Şu anki başarılarının temeli ta o zamanlar, yani ortaokul ve lise yıllarındaki performansıyla atılmıştı sanırım. Çavuş Köyün’de, kıraç toprakları karasabanla işleyerek, ev halkını geçindirmeye çalışan Kerim Amca’nın yani bir Anadolu Köylüsünün, Ülkemize ve milletimizin hizmetine sunmak üzere yetiştirip, büyüttüğü bir şahsiyettir Yunus Hoca...
Mütevazı kişiliği, çalışkanlığı, dürüstlüğü kendisini örnek bir kişilk olarak öne çıkarıyor. Kendisiyle aynı topraklarda doğup büyümüş olmaktan ve bu başarılarından dolayı gurur duyuyorum.
Bundan başka; 7,5 yıl önceki özelleştirme zamnalarında dışarıdan gelenler tarafından bazı nahoş durumlar yaşatılmış olan Cengiz Ailesine sanırım bir özür borcumuz da bulunmalıdır. Dünkü gördüklerimden ve Aile fertlerinin yaptıkları mütevazı konuşmaları da duyduktan sonra, onların artık birer Seydişehir’li olduklarını söyleyebilirim. Yapmış oldukları Fakülte binasının güzelliği zaten onların güzelliğini fazlasıyla yansıtmış.
Törende yapılan konuşmalarda, özellikle de Sanayi Bakanı Sayın Zafer Çağlayan’ın söylediklerine bakılırsa Cengiz Ailesi sadece bu binayla yetinecek gibi görünmüyor... Dün, kısa bir zaman sonra “Sağlık Bilimleri Fakülte Binasının” da yapımına başlanacağı müjdesini almış olduk. Cengiz Ailesine de bu nedenle Seydişehirliler olarak müteşekkir olmalıyız.
Seydişehirimize kazandırılan bu güzelliklere sebep olan herkese teşekkür ediyor ve Sayın Hocamız Prof.Dr.Yunus Çengeloğlu’nun dünkü açılış konuşmasında referans olarak kullandığı, Necip Fazı’ın “Utansın!”, adlı şiirinden bir dörtlükle son veriyorum yazıma...
Utansın!
Tohum saç, bitmezse toprak utansın!
Hedefe varmayan mızrak utansın!
Hey gidi küheylan, koşmana bak sen!
Çatlarsan, doğuran kısrak utansın!
....