Eski köy düğünleri... Aylar öncesinde hazırlıklarına başlanılan herkesin, gelmesini hasretle beklediği, unutulmaz güzelliklerin, hazların yaşandığı köy düğünleri, düğünlerimiz...
Bizim yaşımızda olanlar çok iyi bilirler. 12 Eylül 1980 öncesinde 7 yaşındaki çocuktan tutun da 70 yaşındaki yaşlı amcanın belinde boy boy marka marka tabancalar bulunurdu. “Çorunun çocuğunun ayağında ayakkabısı, üzerinde panotlonu olmazsa olmasın. Yeter ki belinde bir tabancası olsun” devriydi o devir. Karnı aç olsa da, kara öküzü satıp o tabancanın mutlaka alınması gerektiği düşüncesinin yaygın olduğu bir devirdi o devir.
Aylar öncesinden başlanılan düğün hazırlıkları bitip, düğün günü gelip çattığında, çevre köylere yapılan davetler yerini bulur ve evlerde de hummalı çalışmalar başlardı. Misafir için kilitli tutulan odalar açılır, tel dolaplarda aylardır misafirler için saklanan en güzel yiyecekler çıkarılır, kümesteki en besili horozlar kesilir, hiç bir şeyin aksamaması için gayret gösterilirdi.
Düğünde, katılımcıları eğlendirmesi için müzik gruplarından Bozkır Ekibi ya da bu işle iştigal eden “çalgıcı” ekipleri tutulur, onlara ikram edilecek yiyecekler, içecekler özenle hazırlanır ve memnuniyetle görevlerini icra etmeleri için özellikle onları darıltmamak, onları düğün müddetince neşeli tutmak için hiç bir fedakarlıktan sakınılmazdı. Bu ekipleri gönüllü olarak kim misafir etmek isterse ona verilir, civar köylerden gelen misafirler ise köydeki bütün evlere dağıtılır “konak” yapılırdı.
Civar köylerden gelen misafirler, köyün hangi bölgesinden giriş yapıyorlarsa köy gençleri, çalgıcılarla birlikte bayraklarla, çalgılarla, silahlarla karşılanır ve önceden tespit edilen “konakçılara” teslim edilirdi.
Akşam yemekler yenilip misafirler ağırlandıktan sonra esas düğün merasimine geçilir ya köyün meydanına ya da düğün sahibinin evinin önünde toplanılır, genellikle güz ve kış aylarına denk getirilen düğünlerde havanın soğuk olması hasebiyle; kına merasimleri, ortaya yakılan ateşin etrafında icra edilir Bozkır’lı Başaran Dayı eşliğinde sabahlara kadar çalınır, çığrılır, eğlenilirdi.
İşte böyle güzelliklerle sürüp giden düğün merasiminin tam orta yerine bir çuval atılır ve içindeki incirleri berbat edecek, o zamanlarda erkekliğin, efeliğin, gençliğin gücü gibi görülen, şimdilerde adına “magandalık” denilen hareketlerin fitilini düğün sahibi ateşleyiverirdi. Kimi, daha belinden bile çıkarmaya “güymeden”, kimi damlarda, çatılarda kimsenin bulunup bulunmadığına bakmadan, kimi silahın namlusunu, göz,itikametinin ters yönüne çevirerek, kimi ondörtlülerini, kimi laz yapısı takaruflarını, kimi parabellomlarını, kimi CZ’lerinin tetiklerine basar ardı ardına atşelerlerdi... Çocuklar silahlardan boşalan mermi kapsüllerini kapmak için kendilerini ateşin orta yerine atlar, kimi havada uçuşan kapsülleri kapmak için namlunun önün ekendisini atmaktan asla çekinmezdi.
Özellikle çocuklar için çok zevkli merasimler olan düğünlerde atılan mermilerin “maganda” ürünü, yapılan bu işin “magandalık” olduğunu nereden bilebilirlerdi ki. Topladıkları o boş kovanları satar cep harçlığı elde ederlerdi. O tarihlerde Sarı bir minibüsle davetli olsun olmasın köye gelen bir adam, dolu mermileri büyüklere satar, boşları da çocuklardan satın alırdı. Bu boş kovanlar, “Bozkır Dolması” olarak geri döner, yine magandalığa alet olurlardı. Kısaca çocuklar bile farkında olmadan, “magandalığ” hizmet ediyorlardı.
“Akşamdan kalma” sarhoşları mı sorarsın, içmeden sarhoş olanları mı? Silahının gücünü kendi gücü sanıp, ardı ardına şarjörleri doldurup boşaltanları mı? İşte böyle sürrer giderdi düğün merasimleri.
Şimdilerde terörden başka hiç bir konunun bu kadar gündemde olmadığı bir zamanı yaşıyoruz. Terör bilerek, tasarlayark, insanları huzursuz etmek için baş vurulan illegal hareketlerdir. Onun amacı insanlara dünyayı dar edecek her türlü yola baş vurmak ve ülkemiz üzerindeki çirkin emellerini bu yolla gerçekleştirmektir.
Pekala “magandalık” nedir acaba? “Trafik canavarı” nedir acaba? Terörden, terörizmden farklı bir konu mu var karşımızda? Terör denilen olgu da canları alıp götürmekte, magandalık da, trafik canavarlığı da... Belki de daha kısa bir zaman önce aramızdan alıp götürdüğü Gonca’nın katili de; “terör” dendi mi, terörizmden bahsedildi mi, mangalda kül bırakmadan nefes nefese içindeki kin ve nefreti kusuyordu. Pekala bu kendi yaptığına ne demeli? Sinkafla mukabele ettiği o teröristten bir farkı kaldı mı şimdi kendisinin?
Bu bahsettiğim düğün merasimleri şekli yetmişli yılların yaşanmışlıklarıydı. Ama o günden bugüne çok şeyin değişmesine rağmen “silah aşkı” hiç değişmedi. “Magandalık” adı dışında yapılan bu işin sonuçları da hiç değişmedi. O zamanda da bu şekilde insanlar ölüyordu, bu zamanda da ölüyor.
Daha geçtiğimiz günlerde Seydişehir’in bir köyünde Küçük Gonca, babasına su götürürken bir “maganda”nın silahından çıkan kurşunla yaralandı. 21 gün kaldığı yoğun bakımdan çıkamayarak küçücük yaşında hayatı noktalanıverdi
Ne acı bir olay değil mi? Bu olayı tarif etmeye kelimler yeter mi? Bunu anlatmaya lügatte sözcük var mıdır? Hiç bir şeyden habersizce masumane bir yüz, belki de henüz ileriye yönelik hayallerini dahi kuracak yaşa gelemeden, adına “silah aşkı” denilen kahrolası bir zevk yüzünden hayatı noktalanıveriyor. Bunu insan olanın vicdanı nasıl kabul edecek? Bu gerçeklerin varlığı biline biline bu durumlardan nasıl vazgeçilecek?
İnşallah o kurşunu sıkan silahın sahibi en kısa zamanda bulunur ve en azından vicdanlar bir nebze de olsa da rahatlamış olur.