Komşuluk sosyal hayatın ayrılmaz bir parçasıdır. Dinimizde komşuluk ilişkilerine dair güçlü kurallar vardır. Ana – baba hakkı, akrabalık bağları ve komşu hukukuna riayet ayet ve hadislerin en çok üzerinde durduğu konular.
Kur’anda, ( Nisa süresi 36) Allah’a imanı emreden, şirki yasaklayan ifadelerin ardından ana – babaya iyi davranmaktan sonra komşuya iyilik yer almaktadır.
Bir hadiste şöyle buyrulur: “ Allah’a ve ahiret gününe inanan kimse komşusuna eziyet etmesin; Allah’a ve ahiret gününe inanan kimse komşusuna iyilik etsin.”
Dinimiz komşunun ev manzarasını, rüzgârını, ışığını kesecek şekilde tadilat yapılmasını yasaklamış.
Kur’anda ( Nahl süresi 80 ): “ Allah size evlerinizden bir huzur ve sükûn yeri yaptı.” buyurulur.
Anlıyoruz ki evlerimiz, sığınıp barındığımız yuvamız, mahremiyetimizi yaşadığımız, huzur ve sükûn bulduğumuz meskenlerdir.
Öyle ise ev alınırken çok derin düşünülmeli.
Peygamberimizin hadislerinde insanı mutlu eden üç şeyden biri olarak ev ile birlikte komşu da sayılmaktadır.
Atalarımız: “ Ev alma, komşu al.” demişlerdir.
Ev alırken geleneksel değerlerimizi referans alacaksak, insani değerleri paylaşmayı, komşuculuk, dayanışmayı sürdürebileceğimiz bir mesken olacaktır. Alışkanlıklarını, çevresini iyi olarak bildiğimiz, düşünce birliği, hayat anlayışı örtüştüğümüz insanlarla komşu olmak elbet daha güzel olacaktır. “ Öldükten sonra hayat yoktur.”diyen biri ile ahirete inanan “ ebediyet yolcusu gibi yaşayan, komşusu açken tok yatılmasını kerih gören ve hal hatır, güler yüz, selam, davete icabet, cenazesine iştirak etme vs. komşuluk hukukunu bilen bir olur mu?”
“ Evden önce komşu, yoldan önce arkadaş” demiş atalarımız. Lakin geleneksel kültüre, ata öğüdüne pek kulak asan yok günümüzde. Alınacak evin konforu, fiyatı, getirisi, malzemesi, spor tesisi, çarşıya yakınlığı ile ilgilenilerek karar veriliyor. Oysa konfor ve debdebenin huzur vereceğine pek inanılmamalı.
Bunlarda olsun; ama insani muameleler, hürmet, sevgi, saygı, hoşgörü, güven verebilen kişilere komşu olunması, hatta tuvaletin önü, arkası kıbleye dönük olmayan ( Kâbe’ye hürmet için ) meskenlerin tercih edilmesi daha isabetli olacaktır.
“ Komşu komşudan sorulur. ”
Hz. Ömer (RA), bir adamın başka bir adamı övdüğünü duydu ve sordu:
- Övüp durduğun adam ile yolculuğunuz var mı? Yolculuk yaptınız mı? Diye sordu. Adam:
- Hayır, dedi.
- O halde ticari ortaklığınız var mı? Diye sordu. Adam:
- Hayır, dedi.
- Peki, bir arada oturduğunuz kapı komşusu musun? Diye sordu. Adam:
- Hayır, deyince Hz. Ömer:
- Vallahi sen övdüğün kişi hakkında bir şey bilmiyorsun, dedi.
Son zamanlarda apartman cazibesinin esiri olduk.
Köylerden, kenar mahallelerden şehir merkezine (apartmana) bir akış var. Bunun sebebi modernleşme mi, dünyevileşme mi, ekonomik sebepler mi, yoksa hepsi mi? Bilmem.
Lakin “rahata koşuşta” başka bir sebep olsa gerek.
Apartman kültüründe ekmek yapmak yok, hayvana bakmak yok, bahçe işi yapmak yok, odun toplamak yok, ateş yakmak( piknik mangalı hariç) yok. Senelerin büyüttüğü komşuluk ilişkileri alt üst oluyor.
Nesiller boyu yaşanacak bir ortama girilirken: “ Yeni komşular kimler, nasıllar, münasebetler nasıl şekillenecek?” diye pek düşünülmüyor. Sakin yerlerden trafik gürültüsü, egzoz dumanı, hava kirliliği, kalabalıkların doldurduğu çok katlı apartmanlar mesken ediniliyor.
Kutu gibi dairelerde sağında, solunda, altında, üstünde bir tuğla mesafesi kadar yakın olan komşular var.
Fakat komşular arasında komşuluk hakkı ihmal edilmiş, komşular arasında ciddi kopukluklar olmuşsa kalabalıklar içinde yalnızlığa düşülmüş olunmaz mı?
Komşunun kapısını ziyaret için değil de patırtı, gürültü olduğu zamanlarda kendi rahatsızlığını bildirmek, hatta biraz da sertçe ifadelerle uyarmak için komşunun kapısını çalanlar varmış.
Yukarı veya aşağı kattaki çocuk tıpırtılarına bile tahammül edemeyip tavana uyarı vuruşu yapan komşular olduğunu hep duyarız.
Eskiden evlerimiz dardı ama gönüllerimiz genişti. Komşuluk ilişkileri sıkı ve sağlamdı.
Taştan, kerpiçten, ağaçtan ve toprak damlı olan, alt katında hayvanların barındığı, üst katında oturduğumuz iki üç odalı olan evlerde ( mübalağasız ) üç, dört tane misafir yatırılır, ağırlanırdı. Eksikler komşudan temin edilir, paylaşmanın, dayanışmanın mutluluğu yaşanırdı.
Aynı odaya sofra konur, yemek odası olurdu. Aynı odaya yatak serilir, yatak odası olurdu. Yatak kaldırılır, oturma odası olurdu. Şimdi evler konforlu ve geniş; ama gönüllerimiz daralmış.
Koca dairelerde bırakın üç dört misafiri yatırıp ağırlamayı, belki ihtiyar olan, hayatı beraber yaşadığımız ana – babaya bile yer yok.
Velhasıl, manevi değerlerden uzaklaştıkça dağılıyoruz.