Memleketimizde zaman zaman en çok konuşulan kelimelerdendir sadakat ve ihanet. Nitekim bu kelimelerin en taze kullanılışı sayın Başbakanımız Ahmet Davutoğlu’nun Mersin ve Osmaniye’deki konuşmalarında geçti kayıtlara, bültenlere. Millete ihanet eden odaklardan bahsederken içinde bu kelimelerin bulunduğu şu cümleyi söyledi: “Bu millet sadakati de unutmaz ihaneti de…”
04 Ocak tarihli bazı gazetelerin birinci sayfalarında haber başlığı olarak da kullanıldı bu kelimeler: Sadakat ve ihanet… Söyleyen devletin en tepesindeki isim de olunca ihanet kelimesine yüklenen anlamın ağırlığı da Ağrı Dağı gibi mücessem bir hal alıyor idrakimizde.
Siyasilerimiz tarafından çok zikredildiğine göre bir dert olduğu muhakkak. Yoksa kolayına sarfedilecek bir söz değil ihanet. Cezası ağırdır çünkü ihanetin. Biliriz ki iyi günde- kötü günde, hastalıkta- sağlıkta, nihayet her hal ve şartta ölüm ayırana kadar birbirlerine sadakatsizlik etmeyeceklerine dair akit yapan eşlerden tutun da gerek birbirleriyle gerek devletle türlü sözleşmeleri olanların akitlerini yok saymalarına verilecek ceza ölümden aşağı ise millet vicdanı rahatlamaz.
Milletimizin binlerce yıldan beri nesilden nesile taşıdığı değerler dünyasında bu kelimelerin karşılıkları kültür değişmelerine bağlı olarak biraz örselense de, çok şükür, varlıklarını muhafaza etmektedir. Toplumun kahir ekseriyetinde sadakat hala yüce bir değerken tam karşıtı olan ihanet ise o kadar zillet ve utanca yakın duran karşılıklarla yer eder bilincimizde.
Başbakanımız Ahmet Davutoğlu’nun içinde sadakat ve ihanet kelimelerini barındıran o sözü ile daha haber bülteni bitmeden zihni bir yolculuğa çıktım. İlk uğrağım 19. yüz yıl oldu.
Tanzimat dönemi şairlerimizden Ziya Paşa her biri bir vecize niteliğinde beyitlerden oluşan ünlü Terkib-i bendindeki bir beytinde zikretmişti bu kelimeleri:
“İnsana sadakat yaraşır görse de ikrah
Yardımcısıdır doğruların Hazreti Allah”
Sadakat ve ihanet insanla birlikte var olduğuna göre şu koca dünyada adları sadakat ve ihanet olan ne çok, ne dokunaklı olaylar yaşanmıştır kim bilir. Bir meraklı çıkıp sadakat ve ihanet hikayeleri adıyla bir çalışma yapsa ciltler dolusu bir külliyat oluşturabilir diye düşündüm. Bekli de vardır; bilmiyorum.
Bazı kavramlar zıtlarıyla bilinir. İyilik-kötülük, zenginlik- fakirlik, hastalık- sağlık gibi. Nitekim Necip Fazıl için düşman, o kadar da korkulacak bir varlık değildir hatta gerekli bir şeydir. Bu bağlamda Üstad’ın
“Ey düşmanım, sen benim ifadem ve hızımsın,
Gündüz geceye muhtaç, bana da sen lazımsın!”
Dediğini hatırladım.
Hele Hz. Mevlana. Sözlerin sultanı Mevlana’nın söyledikleri bu konuda cümle ezberlerimizi bozan bir yaklaşımla dikildi karşıma. 13. yüz yıl Selçuklu başkentinden “Ne oluyor size?” der gibiydi bilgelik dolu mesajı:
“Üzülme ve kızma hiç kimseye,
Yaptıklarından dolayı…
Aksine teşekkür et ihanet edenlere;
Sadakati öğrettikleri için…
Minnet duy yalancılara;
Doğrunun farkına varmanı sağladıkları için…
Mutsuz edenlere dua et;
Mutluluğu daha derin hissettirdikleri için…
Herkesi sev;
Yaşamına iyi ve kötü bir anlam kattıkları için…
Hayat bu yüzden daha güzel;
Siyahla beyazı fark ettirdiği için…”
Gerçek şu ki her şeyi çok abarttığımızı düşündüm. Ya ifrattayız ya tefritte. Kar yağar, yollar kapanır,adını ‘beyaz esaret’ koyarız; temmuz sıcaklarından biraz bunalır gibi olunca gidip görmüş gibi ‘her yer cehennem’ deriz.
Her şey mümkün. Yaşayan iyilik de görür kötülük de; sadakat da görür ihanet de. Cem Karaca’nın kendine özgü kıyafetleri içinde şapkasından dışarıda kalan saçları ve hala kulaklarımızda yankılanan gür sesiyle yaşarken her şeyi gördüğünü haykırışı geldi aklıma son olarak:
“Ben suyumu kazandım da içtim,
Ekmeğimi böldüm de yedim,
Alkışı duydum, ihaneti gördüm,
Sesim de oldu sessizliğim de.
… “
Hayatı ve insanları her halleriyle tanımakla, varlığı iyi anlayıp anlamlandırmakla, müstakim olup iyiliklerimizi çoğaltmakla yükümlüyüz. Gerisi teferruat bana göre.
Selamların en güzeliyle…
H. Halim Kartal 05. Ocak 15