İstanbul yürekli Fatih,
Fethi muvaffak olamamış mısralarla geldim sana. Her defasında cilalanan hayallerin kuşatması altındaki, İstanbul barındıran sözcüklerle geldim. Terbiye edilmiş mürekkep kokularına bürünen kelimelerle fethe hazırlanmaktayım. Her bir harfi, kiraya verilmek üzere olan duygularımın yükünü omuzlamakta. Sîretinden katre katre aşk damlayan kelamım, vuslatını gözlemekte dilimde ve çığlık çığlığa kuş olup da İstanbul’a uçmayı bekleyen sözcüklerin kanat sesleri lügatimde.
Karadan yürütmek gerekirse kelimeleri, imkânsızlığı kızaklara döşeyip azmi indirmeliyim Haliç’in zincirli sularına. Molla Gürani ve müritleri gibi kefenlerine kenetleyip fethe and içirtmeliyim harfleri. Döktürmeliyim surlara kök söktürecek kelimeleri ve dikmeliyim Anadolu’nun karşısına cümleden bir hisar.
Sahaf kokan parşömenlerimin arasından bir körük yükselircesine sığmıyor kelimelerim sustuklarıma. Onca susulmuşluklarım var ki, devran etmekte İstanbul boğazının üstünde. Dolgun buğday başakları gibi bir o kadar ağırbaşlı ve bir o kadar da âsil sükût ettiklerim. Azim içermeyen kelimelerle kimyası tutmadı dizelerimin. Fetret hengamesinin miladı olacaksa satırlarımın arasında, bir nokta olsun fethe azmettirdiklerim, öylece bir nokta. İçinde kopan İstanbul aşkını muamma olarak gizlesin her nûn dokunuşunda. Aşkının ateşinde titresin bir kor misâli, râm olsun çölün buz tutturan kumuna.
Kor kor şerareler yudumlayan cümlelerim dilimin ucunda, çöle demirleyen sükûtumsa mana değirmeninde öğütülmek üzere. Mısralarımın İstanbul’una adım adım ilerleyen kelimelerim fethe susuyor. Susadıkça azme kanıyor ve çağıldıyor, taşıyor satırlarımdan onca susamışlığına rağmen.
İstanbul ziyasına kaptırıyor kalemim, mana nağmelerini. Bûhûrdan dökülen katre misâli, İstanbul oduna tennûre olmak ister kalemimden dökülen harflerim. Destarından yağan mezar taşları divâr olurken İstanbul hududuna, boğazın dalgalarıyla aşacaktır vuslatı harlayan surları.
Hicran ateşine değse lerzân ediyor, şitâ katrelerine dokunsa düzahı yaşıyor harflerim. Mahfî gölgelerde araz eden, sadrımın satırlarında nihayet bulan kelimelerim kanatlanıyor mürekkebimden, anka misâli.
Kalemimden damlayan gözyaşıma sebil olan kelimelerim kâfi değil iniltilerime. Bir zerresini bile taşıyamazken kelimelerim, mana yağmurlarını nasıl taşısın Fatih? Sessizliği konuşacak kadar mahmûrlaşan kalemim hangi muhtıralara dokunsun mürekkep katreleriyle? Ediplerin bile külfetine göre seçtiği sözcükleri, kalıbına bakmadan hangi kafiyelere muhip eyleyeyim?
Kelime sarraflığına bürünen kalemim, sebillere sâkilik etmiş kelime fethinde harf harf nesim olurken, muma gölge etmeyen berraklıkta sözcükler estirmekte.
Ey İstanbul Fatih’i,
Kelimelerim mısraların fethine mevzilendi…
Eğer muvaffak olursa, bil ki mısraların boğazındaki yakamozlar, harflerimdir. Mısraların sükût fatihi olacaktır kelimelerim hiçlik makamına oturup.
Şayet muvaffak olamazsa, susacak bir satır boyu. Mısraların İstanbul’unu, bir mürekkep katresinde mahfî eyleyip bir nûn dokunuşuyla nokta olacak, muamma ve manalara hükmedecek bir nokta...
Ve lâl eyleyecek satırlarımda…