Aşkın lezzetinden bîhaber, sahte düşlerle geçiştirilen ve soğuk sevgi tarifleri ezberletilen yüreğimizde aşkını taşımak; damlada deryaları taşımak değil midir Efendim? Hasretini nakış nakış gönüllere işlemek, fersah fersah uzaktaki Medine sokaklarından kokunu sineye çekebilmek değil midir? Sâhi, kâinata sığmazken aşkın, küçücük gönüllere nasıl sığsın Efendim?
Suskun yüreklerde fırtınalar koparan ismini duydukça aşkın sığmaz gönüllere, taşar âdeta ve boşalır gözlerden damla damla. Öyle ki bir gözyaşı damlasında gizlidir aşkın aslında.
Aşktan yoksun, âdeta çoraklaşmış genç bir yürek toyluğuna bakmadan nasıl taşımalı ki aşkını? Olanca susamışlığıyla katre katre yudumlamalı mı, yoksa on dört asır öncesine gidebilmenin hasretiyle yanan kor yüreklerde mi barındırmalı aşkını? Sâhi, genç bir yürek nasıl tatmalı aşkını? Hangi lezzet verir ki aşkındaki tadı?
Bilinmezlikte âvâre olmuş bu yürek Ebu Bekir gibi sevmeli Seni. Ahir zaman ümmetinin durumunu düşünüp de; Senin, ümmetin için üzülüp ağlamana dayanamayarak ellerini kaldırıp “Ya Rabbi! Vücudumu öyle büyüt, öyle büyüt ki cehennemine benden başkası sığmasın.” diye dua eden, yüreğine dünyaları sığdıran bir yürekle sevmeli.
Ömer gibi sevmeli. Üzerinde uyuduğun hasırın izleri mübarek vücuduna çıkınca dayanamayıp aşkından rahmet damlacıkları serpen bir yürekle sevmeli.
Ali gibi sevmeli. Yatağına ölümü göze alarak uzanan; Bedir’de, Hendek’te, Uhud’da hep ön safhada yer alıp da ganimette geri çekilen, mahfi zenginliklere sahip olan bir yürekle sevmeli.
Hatice gibi sevmeli. Bütün servetini İslam’a adayan, boykotta günlerce açlığa direnen, tüm teslimiyetiyle aşka tutunan bir yürekle sevmeli.
Bilâl gibi sevmeli. Kızgın kumlara yatan, kayalar altında ezilen ve Sen gittikten sonra ezan okuyamaz olan, kayalardan daha ağır, kumlardan daha sıcak bir yürekle sevmeli.
Eyûb El Ensarî gibi sevmeli. Uyuyunca hareket edip tavandan aşağı tozlar düşer de Seninle vahiy arasına gireriz endişesiyle sabaha kadar gözünü kırpmayan, mihmandarlığıyla gönlünün kapılarını ardına kadar açan bir yürekle sevmeli.
Fatîma gibi sevmeli. Senin gideceğini anlayınca üzülen fakat “Benden sonra yanıma ilk gelecek olan sensin.” deyince dünyalar onun olan , Senin kelimelerinin umuduyla dolan bir yürekle sevmeli.
Osman gibi sevmeli. Kur’an okurken uyuyakalıp rüyada Seni görüp de “ Haydi Osman, acele et. Bu akşam seni bekliyoruz, beraber iftar yapacağız. “ dediğinde koşa koşa şehitliğe giden, bütün susamışlığına rağmen aşkını yudumlamaya kıyamayan bir yürekle sevmeli.
Hamza gibi sevmeli. Dağ gibi heybetiyle hep arkanda duran, Seni gözünden sakınan bir yürekle sevmeli.
Sümeyra gibi sevmeli. Uhud’da oğullarını şehit verirken Seni son kez dünya gözüyle görebilmek için çırpınan, Senin hasretinle kıvranan bir yürekle sevmeli.
On dört asır öncesinden “kardeşlerim” diye hitâp ettiğin ümmetinin yüreğindeki aşk, sahabelerinin aşkı yanında bir damla kadar olsa da, o bir damla aşk dünyalara sığmazken zerre kadar yüreğe nasıl sığsın Efendim?
Sâhi genç bir yürek bu aşkın bir damlasını nasıl sığdırabilir ki gönlüne? Hani ahir zaman gençlerine ithâfen “Onlarla arama altın tası koymak istemiyorum. Onlara kendi ellerimle kevser suyundan içireceğim.” demiştin ya Efendim. Ahir zaman gençleri de mübarek ellerinle içireceğin kevser suyunun bir damlası gibi dünyalara sığmayan aşkının bir damlasını yüreğine sığdırmalı ve yaşayabilmeli Seni, yaşatabilmeli zerre kadar da olsa..!