Badem Dalına Asılı Bebekler Kırımlı ünlü yazar Cengiz Dağcı’nın memleketinde yaşanan zulümleri kahraman anlatıcının bakış açısıyla daha doğrusu bir çocuğun gözlem ve görüşüyle dile getirdiği romanlarından biri.
Ta yetmişli yıllarda okuduğum bu eseri hatırlamama Seydişehir’de Ahmet Cengiz Mühendislik Fakültesi’nde düzenlenen “Kırım Kırım Kırılan Kırım” adlı panelin sebep olduğunu söylemeliyim.
Oldukça yumuşak geçen şubatın son günleri martı bile beklemeden çiçek açan bademleri görüyoruz. İnşallah kısa sürmez mutlulukları ani bir ayazla; çünkü martın ne yapacağı belli olmaz. Biz hayırlısını dileyelim.
Mehmetçiklerimizin sınırlarımızın güvenliği için terörle mücadele amacıyla bulundukları Afrin dağlarından yayın yapan habercilerin çektikleri görüntülerde de bol miktarda yer alıyor bugünlerde baharın gelinlik giymiş bu müjdecileri. Etraflarında patlayan bombalara, yeri göğü inleten seslere aldırış etmeden… Kâinatın en büyük tezadı gibi düşünüyorum bu hali. Aç gözlü insan cennetleri inatla ve ısrarla cehenneme çevirme telaşında. Masumiyet timsali gelinlikler üzerine kırmızı lekeler düşüyor her yerde. Badem Dalına asılı Bebekler’i belki daha çok bu nedenle mi hatırlıyorum ne?
Dünyamız üzerinde Kırım gibi kan ağlayan, kırım kırım kırılan; sürgünlere, acılara ve ölümlerden ölümlere mahkûm edilen kurbanları toplama kamplarında, göç yollarında çile dolduran o kadar çok memleket var ki! Ak Deniz ve Ege’nin son yıllarda kaç göçmene mezar olduğunu bilmek mümkün mü?
Eserin yazar için ne demek olduğu ve yazılma nedeni şöyle belirtilir:
“Kırım’daki çocukluk günlerinin saf ve canlı yansımaları… Uzak ve ıssız yerlerden geliyordu Kızıltaşlılar’ın ve Gurzuflular’ın boğuk ve derinden derine acı çığlıkları kulaklarıma. Onlara özgü gerçeği hayal gücüyle okura duyurabileceğime inanıyordum.”
…
“İçime bir eziklik çöktü badem dallarına bakarken. Kasımın sonu yaklaşıyor. Yarın gökyüzü kararır, doğu yeli eser soğuk. Toprak donar. Eski kuyunun çevresindeki sular buz kesilir. Sonra kar yağar yeryüzüne lapa lapa. Karlara gömülür üzüm bağı ve yöresi. Biz, evlerimizde uyuruz. Ama evlerimiz tapınak içerisinde. Bilinmez. Yeşil üniformalılar tekme ve dipçikle kapılarımızı açarlar; gece demez, kış demez; bizi kamyonlara doldurup şehrin bir ucunda bekleyen, demirden sürgün trenlerimize götürürler. Kalır badem ağaçlarımız karlar altında. Kasımlar geçer, yeni Hıdrellezler gelir. Bademler çiçek açar. Yeni filizler fışkırır gövdeden. Ama kimse bakmaz, kimse anımsamaz badem ağaçlarını. Ben unutmayacağım ama sizi badem ağaçları! Ben usumda badem filizleriyle örülü bir çevre çizeceğim.”
Panelde konuşan hocaların her biri yüz yıllar içinde kırım kırım kırılan Kırım’a farklı pencerelerden ayna tutarlarken ben işte kırda bayırda beyaz gelinliklerini giymiş badem ağaçlarının etkisiyle olacak yaklaşık elli yıl önce okuduğum bir kitabın etkisine yeniden girivermiştim.
Zihnimde 1944 Mayıs’ında hayvan vagonlarına doldurularak uzak diyarlara sürgüne gönderilen bir milletin vatanlarından koparılışları ile ilgili yığınla hikâye canlandı. İsmail Gaspıralı’dan Mustafa Abdülcemil Cemiloğlu’na kadar.
Bilkent Üniversitesi hocalarından Doç Dr. Hakan Kırımlı’nın “Kırım Tatarları Kimdir başlıklı makalesi okunmaya değer derli toplu bilgiler içeriyor.
İkinci Dünya Savaşı’nda önce Almanlar tarafından işgal edilen Kırım’ın Almanların yenilgisinden sonra daha beter bir felaketle karşılaştıkları söz konusu makalede şöyle dile getirilir:
“Savaşın Almanlar aleyhinde bir seyir takip etmeye başlamasıyla birlikte, Kızıl Ordu kaybettiği bölgeleri bir bir geri almaya başladı. Nihayet, 11 Nisan 1944’den başlayarak 9 Mayıs 1944’e kadar Kırım yarımadasının tamamını ele geçirdiler. Kırım muharebeleri sırasında Almanlar geri çekilirken pek çok köyü yakıp yıktıkları gibi, Kızıl Ordu birliklerinin tutumu da farklı olmadı. Kızıl Ordu işgalinin ilk haftalarında “hain” olarak nitelendirilen Kırım Tatarlarına yönelik yaygın kurşuna dizme, tecavüz ve yağma olayları yaşandı.
Ancak Kırım Tatarları için asıl büyük felâket Stalin tarafından 11 Mayıs 1944’de imzalanan ve Kırım Tatarlarının son ferdine kadar Kırım’dan sürülmesini emreden karardan sonra gerçekleşti. Bu kararın icrası NKVD birlikleri tarafından 17 Mayıs’ı 18 Mayıs’a bağlayan gece Kırım’ın her yerinde aynı anda yerine getirildi. Gece NKVD askerleri tarafından yataklarından kaldırılan Kırım Tatarları, hazırlanmaları için yalnızca 15-20 dakika zaman ve ancak ellerinde taşıyabilecekleri kadar eşya almalarına izin verilerek hayvan vagonlarına yüklendiler. Pek çoğunda oturmaya yer kalmayacak derecede insanla doldurulan vagonlar dışarıdan mühürlendiler ve en az üç-dört hafta sürecek olan yolculuğa çıkarıldılar. Günlerce yiyecek ve su verilmeyen, cesetlerin dışarı çıkarılmasına müsaade edilmeyen ve hiç bir tıbbî yardımın söz konusu olmadığı bu ölüm yolculuğu sırasında açlık, susuzluk, hastalık, bitkinlik ve havasızlıktan on binlerce insan hayatını kaybetti. Sürgünden hiç bir Kırım Tatarı istisna edilmedi.”
Şükürler olsun ki ülkemiz, Kırım panelinde konuşan hocalardan birinin tespitiyle ‘Türkiye dışındaki her Türk’ün Kabesi’, her milletten mazluma sığınak olmasının yanında bugün yurtları işgal edilmiş insanların dertleriyle ilgilenip onları geldikleri diyarlara huzur içinde dönebilmeleri için şerefli bir mücadele de vermektedir.
Rabbim bu şerefli mücadelede her zorluğu göze alıp kararlı bir duruş sergileyen milletimizin yar ve yardımcısı olsun.
Selamların en güzeliyle…
H. Halim Kartal 05 Mart 18