En başta ‘yiyecek ve içeceğini sağlamak’, ‘yedirmek’, ‘eklemek, katmak, çoğaltmak’, ‘bir şeyi korumak ve sağlamca durmasını sağlamak için çevresini veya altını doldurmak, pekiştirmek’, ‘maddi yardım yapmak, desteklemek’, ‘yetiştirmek’ ve mecazen ‘bir duyguyu gönülde yaşatmak’ gibi birçok anlamda kullandığımız kelimelerden biridir beslemek.
Öyle ya, devran dönerken ya bir şeyi besliyoruz veya bir şeylerle besleniyoruz; zira hayatın idamesi bunlarsız mümkün değil.
Sahi, sabahtan akşama besleyip durduğumuz daha çok hangi tarafımız? Bu çağın en önemli problemlerinden olan obeziteye bakılacak olursa besleme hatta düzensiz beslemeye, beslenmeye maruz bıraktığımız tarafımızın neresi olduğu ayan beyan ortada. Kavgacı, hırçın, bencil, nerdeyse başkasına hayat hakkı bile tanımayan yahut hiçbir şeyle tatmin olmayan tarafımıza dikkat edince de haliyle cevap ortada.
Ramazan bitti, bitiyor; bayramın maddi manada yaklaştığını çarşı pazar her yerde iyice hissediyoruz. İftarlarla- sahurlarla içinden geçtiğimiz ramazan ikliminde beslenme alışkanlıklarımızda bir değişiklik oldu mu? Yahut hangi tarafımızı besledik daha çok? Yaklaşan seçimler sebebiyle kampanyalarını devam ettirmekte olan siyasi partilerimizin temsilcilerinin beyannamelerinde, meydanlarda yaptıkları konuşmalarda dile getirdikleri vaatler daha çok hangi tarafımızın daha çok beslenmesine katkı sunan şeylerdi?
Düşünüp tartmakta sayısız yararlar olduğunu düşünüyorum.
Başlıktaki sorunun en güzel cevabı o meşhur Kızılderili hikâyesinde:
Yaşlı Kızılderili reisi kulübesinin önünde torunlarıyla oturmuş, az ötede birbirleriyle boğuşup duran iki köpeği izliyordu.
Köpeklerden biri beyaz, biri siyahtı ve on iki yaşındaki çocuk kendini bildi bileli o köpekler dedesinin kulübesi önünde boğuşup duruyorlardı. Dedesinin sürekli göz önünde tuttuğu, yanından ayırmadığı iki iri köpekti bunlar. Çocuk, kulübeyi korumak için biri yeterli gözükürken niye ötekinin de olduğunu, hem niye renklerinin ille de siyah ve beyaz olduğunu anlamak istiyordu artık. O merakla sordu dedesine. Yaşlı reis, bilgece bir gülümsemeyle torununu sırtını sıvazladı.
"Onlar benim için iki simgedir evlât" dedi. "Neyin simgesi?" diye sordu çocuk.
"İyilik ile kötülüğün simgesi. Aynen şu gördüğün köpekler gibi, iyilik ve kötülük içimizde sürekli mücadele eder durur. Onları seyrettikçe ben hep bunu düşünürüm. Onun için yanımda tutarım onları."
Çocuk sözün burasında, mücadele varsa kazananı da olmalı, diye düşündü ve her çocuğa has bitmeyen sorulara bir yenisini daha ekledi:
"Peki, sence hangisi kazanır bu mücadeleyi?" Bilge reis, derin bir gülümsemeyle baktı torununa ve, "Hangisi mi evlât? Ben hangisini daha iyi beslersem o!" dedi.’’
Kendimize ve çevremize bakarak hangi tarafımızı beslediğimizi, hangi tarafımızın beslendiğini görebiliyoruz. Sokaktaki kavga, insanları cinnete, katil olmaya kadar vardıran kavgaların kavgalara neden olan taraflarımızı neden biri az beslemiş de daha çok beslememiş yüzünden değil mi bir bakıma?
Yazık ki günümüzde sürekli beslenen ve daha çok beslemek için yarışa girilen tarafımızın maddi-nefsani tarafımız olduğunu, bu nedenle giderek daha bencil, daha kırıcı, daha çıkarcı ve kavgacı ve hiçbir şeyle mutmain olmayan huzursuz insanlar toplumu olma yönünde daha çok mesafeler kat ettiğimizi düşünüyorum. Yapmaktan çok yıkmaktan, yok etmekten, öldürmekten söz ediliyor hem de bağıra çığıra.
Nefislerimizin öldürülmek için değil, terbiye edilmek için içimize yerleştirildiğini biliyoruz.
Kulaklarımızı yırtarcasına duyduğumuz sesler hangi tarafımızın daha çok beslenmesine hizmet için sarf edilmiş olabilir?
Bulabilirsek sessiz, sakin bir ortam durup düşünelim, derim.
Rabbim her zaman her şeyin kadrini kıymetini idrak edip ‘gör’ dediği yerden bakan, gösterdiklerini gören kullarından eylesin.
Selamların en güzeliyle…
H. Halim Kartal
09 Haziran 18