Rahman olan, Rahim olan, Hadi olan, Bedi olan, Reşid olan, Yüce Allah (c.c.)’ın isimleriyle başlayalım inşallah.
Dolayısıyla insan olarak yaşadığımız teknoloji çağı olan bu asra baktığımız da, nimetler çok amma, şükür yok. İskeletli insanlar çok amma, Mevlana’nın buyurduğu gibi; “Ne insanlar gördüm üzerine giyecek elbisesi yok; ne elbiseler gördüm içinde insan yok.” Bu yokları yok edecek olan kimlerdir acaba hiç düşündünüz mü? (Öncelikle tüm adanmışlardan özür dilerken, diyorum ki; Eğitimci olarak anne-babalar, imamlar, öğretmenler, amirler, memurlar, esnaflar, kısacası Türkiyem gemisinde olan herkes, üstlerindeki tozları aldıkları görevin ehemmiyetini düşünerek dirilseler, aile dirilir, komşu dirilir, çevre dirilir, belde dirilir, kısacası “O ÜLKE DİRİLİR!” ÜLKE! Çünkü toplumun kuruluşunda üç yer ders alınması için insanlara örnek olur. MABET, OKUL ve ÇARŞI... Bundan dolayıdır ki Âlemlere Rahmet olarak gönderilen Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.) Efendimiz Mekke’den Medine'ye hicret ettikten sonra ilk işi bu önemli üç şeyi inşa etmiştir. Mescid, Suffe ve Pazaryeri. Hiç şüphesiz bu üç terimin biri Dini, biri İlmi diğeri de Ekonomiyi temsil eder. Dini, ilmi, ekonomisi bozulan toplumlar hiç bir zaman müreffeh olmamış ve olamazlarda. Bunları insanların bozduğu gibi ihyasını da yine insanlarla olacaktır. Ruhu Rabbisiyle barışık olursa, Kur’anla barışık olursa, Peygamberle barışık olursa, dini, aklı, nesli selim olursa, yapmak istediği her şey sağlam ve verimli olup böylece ülke kalkınır, müreffeh olur. Öyleyse dostlar sağlıklı bir toplum için, bu üç altın kadar kıymetli olan MABET, OKUL ve ÇARŞI’yı sağlıklı ve sahih temeller üzerine bina edilmelidir. Eğer temel çürükse, o toplumun geleceği yok demektir, karanlık demektir.
Müslümanım diyen her ‘ER’ kişilerin medeniyetinde mabetler o şehrin kalbi olup o şehrin insanlarına yön verir. Bakınız kıble sıradan bir yön değil, tüm namazlarda, cenazelerde, kabirlerde gönlümüzü, yönümüzü, kalbimizi Kâbe’yi sevmeyenler Kâbe’yi ziyarete gidenlere (ŞİMDİKİ MÜRTED VE KAFİRLERLE EL ELE KOL KOLA OLAN DÜNYA PERES ARAPLARI KASDEDEK) Araplara para yedirmeyin (Bencede haklılık payı vardır.) diyerek insanları soğutmaya çalışanlar olsa da, Allah (c.c.)’ın evi olan Kâbe’yi kalbimize alarak İSTİKBAL-İ KIBLE kıbleye dönmek sadece namazın rükünlerinden biri değil, İslam toplumunun göğsünü gere gere mertçe ben müslümanım diyerek sosyal rotasını tayin eden bir pusuladır PUSULA.
Bu şuura sahip olan insanlar sayesinde, toplumlar, hayat denilen şu fani dünya hayatında kapıldıkları en şiddetli fırtınalardan dahi sağ ve selim kurtulup başarıya ulaşmışlardır. Camiler sadece namazların kılınması için değil, topluma yön vermek, istikamet vermek için inşa edilmeli tabi bunları yaparken Caminin yanında Cami imamında etkili rolü vardır. Ve olmalıda… Adının “CAMİ” olması hasebiyle yalnızca insanların toplandığı yer değil, insanları dağıtmaktan ve dağılmaktan beri olmalı, Eşref oğlu Rumi’nin dediği gibi “kendisi de sevecektir çünkü sevmeyen sevdirtemez.”
Malumunuz olduğu üzere; İmam sözcüğü “ANNE” anlamındaki “ÜMM” sözcüğünden gelir. İmam demek, insanların maneviyatı ve istikbali üzerine tir tir titreyen ana yürekli adam gibi adam olmalı… Çünkü anaları ana yapan kadınlıkları değil, yürekleridir. Yürekleri.
Nice anneler var ki çocuğunu doğurduktan sonra çöp bidonlarına, cami avlularına v.s.v.s. atıp giderler.
Nice anneler vardır ki; evlatları için giymeyip girdirir, yemeyip yedirir, doyduğu halde tabağından bir kaşık daha alıp bunu da ye oğlum, kızım derler. Öyleyse, imamları da imam yapan yürekleri olmalı, sarığı ve cübbesi değil…
Dolayısıyla! İslam'ın erleri biz müslümanlar istikametsiz ve hedefsiz olmamalı olursa kalabalık ve yığından başka bir şey değildir. Kim, ne derse desin. Tıpkı tok açın halinden nasıl anlamazsa, bunu da azgın azınlık anlamaz, anlayamaz. Anlamasını da bekleyemeyiz.
Çünkü Kuran’ın ifadesiyle yüreklerinin gözleri kör, kulakları sağır, ağızları dilsizdir: Hakikati göremezler, duyamazlar, söyleyemezler. Bir Cami düşünün imamıyla birlikte Hz. Peygamber (s.a.v.)’in Mekke’den Medine’ye Muhacirler olarak, Medine'ye uzaklığı altı mil olan Hicret yolculuğu sırasında küçük bir köyden ibaret olan Küba’da inşa edilen ilk kutlu Mescid (Küba Mescidi) gibi, bulunduğu şehrin kalbi olmalı. Gözü kulağı olmalı. Öyle ki, Camiye gelen cemaatinden kocaların, ellerinize anneler gününde, sevgililer gününde, şehitler gününde, Kutlu Doğumlarda birer gül verip de bunu eşinize, annenize, boynu bükük yetim yavrunuza götürün, onların sevgilerini kazanın diyenleri çok gördük amma, cemaate bedava bir çikolata, bir bisküvi bir çorap ikram eden; öğrencilerine bir sakız, bir çikolata, bir selpak mendil, bir kurşun kalem veya evine gidip kardeş aileler oluşturalım diyen çok nadiren rastladığımız, imamlara, öğretmenlere, kısacası adanmışlara ne kadar ihtiyacımız vardır… Değilmi? Ne kadar.
Elbet, keramet camide değil, onu ismiyle müsemma hale getiren imamda. Cami güzel olsun diyorsak, o zaman İmamda mıknatıs görevini yapmalı. Neden çünkü İmam, “ÖNDER ve REHBER”dir rehberde olmalı. Hz. Peygamber (s.a.v.)’den varisi alarak, Kâbe’nin şubesi olan camiye ve cami cemaatine hizmet ettiğini asla aklından çıkarmamalıdır. Elbette elleri öpülesi böyle imamlarımız vardır. Ki varsa Başkanlığımız O’nu yılın “İMAMI” sayı önemli değil her ilde, her ilçede olmalı. Ve Camisini de yılın camisi ilan etmelidir. Öğretmen içinde aynı keramet okulda değil Öğretmende olmalı. Öğretmen aynı aşkla şevkle öğrencilerine kendi evladıymış gibi kendi evladına nasıl özen gösterip de Vatanına, Milletine iyi bir nefer olması için çalışıyor hizmet ediyor ve okulda verdiği dersle dershanede verdiği dersler arasında bir fark gözetmiyorsa, Milli Eğitim Bakanımız da böyle eğitimciyi yılın Öğretmeni seçmeli ev okulunu da yılın okulu ilan etmeli, hatta adanmış birileri varsa iyilik ödülleri gibi adanmış ödülü vermeli. Çünkü bunların camisinden, eğitim ocağından gerçek medeniyetçi, gerçek ekonomist ve gerçek insan çıkar. Bu nedenle diyorum ki “AİLE, İMAMLAR, ÖĞRETMENLER, TOPLUM DİRİLİRSE, O ‘ÜLKE’ DİRİLİR…” Vesselam…
Unutmayalım ki: Sarık ve Cübbe bir gün gelip imamın karşısına geçip şu soruyu sormak ister. Biz (Sarık-Cübbe) size neyi hatırlatıyoruz? Diye soracağı gibi; eskiden kara tahta şimdilerde yeşil yazı tahtası tebeşir ve akıllı tahtalar, Öğretmenin karşısına geçip şu soruyu sormak ister. Biz size neyi hatırlatıyoruz? Efendiler diye mırıldar durur…
İmam ben cenaze işlerine mahkûm olmuş seninle ilgilenemedim… Oysa Sarık ve Cübbe bize, ölüme bakar gibi değil, hayata bakar gibi bakmalıydın... Sormazlarmı insana, imamlık - rehberlik - önderlik misyonunun mazereti olabilir mi? Hâlbuki İmamların asli görevi ölüleri değil, “ÖLÜ RUHLARI” yıkamak, ölü akılları yıkamak, ölü yürekleri yıkamak ve diriltmek olmalıydı. Bu demek değildir diriler yıkanmaz haaa. Onlarda yıkanmalı… Kur’anla, İslamla… Yıkanmalı. Eğer yıkanacak diriler camilere gelmiyorsa, imamlar onları çarşılarda, pazarlarda, dükkânlarda, salonlarda, statlarda hatta kahvehanelerde ararbulur ve yaralarını sarar. Kahvehaneye, onlarla oyun oynayanları, maç seyredenleri değil, onlara şu dünya hayatının oyun ve eğlenceden ibaret olmadığını, hayatın bir mana ve amacı olduğunu ve o mana ve amacı verenin de Hz. Allah (c.c.) olduğunu, “İnna Lillâhi Ve İnnâ İleyhi Raciûn.” “Biz Allah için varız ve Allah’a dönüyoruz.” onsuz hayatın bir anlamı olamayacağını söylemek için gitmelidir.
Öğretmenlerde ülke evlatlarının yitik çocuklarını, nerede kaybolmuş diyerek onları arayıp kara ve yeşil tahta ve akıllı tahtaların başına getirip vatana ve millete hayırlı birer nefer olarak gece gündüz demeden onları hakkınızı helal ediniz doğum sancısı çeken anne gibi yetiştirme sancısını yüreğinde duymadıkça insanların istikbali için onların üzerine tir tir titreyen yürekleri taşımadıkça, dünya hayatının sıkıntılarından kurtulmamız çok zor be dostlar çok zor. Bundan dolayı diyorum ki, “Anne babalar, İmamlar ve Öğretmenler dirilirse Ülke de dirilir.” Vesselam… Selam ve dua ile.
Yusuf ÇAKICI
Yalıhüyük/ KONYA