Hani “deli” derler de, acaba başkasına “deli”diyenler, “deli”nin ne anlama geldiğini bilirler mi?
Mesela ben “deli” diye; kendisinin maddi hiç bir menfaati olmaksızın, başkaları için zaman harcayanlara, emek harcayanlara, para harcayanlara, göz nuru dökenlere, bedenini yoranlara ama karşılığında ruhunu gençleştirenlere diyorum.
Ben “deli” diye; memleket sevdasıyla yanıp tutuşan, evlatlarının geleceği için kendi hayatını hiçe sayan, ömrünü bir gün yüzü görmeme pahasına sevdikleri için harcayanlara diyorum.
Ben “deli” diye; evlat sevgisi, ana sevgisi, yavuklu sevgisi, vatan sevgisi için “aklını oynatanlara” diyorum.
“Guranlı Deli Memet” benim de hanım tarafından akrabam oluyor. Rahmetli, çocukluğumun hatta gençliğimin “deli”siydi o.
“Deli Memet”le, onun “deli” unvanı dışında, sıradan bir adamla konuşur gibi konuşulsa hiç kızdığını görmedim ben. Çok güzel anılar, hikâyeler anlatırdı bize. Gelin görün ki onun kızmasından zevk alan “gerçek deliler” onu zıvanadan çıkaracak sözler edince, o da gerek söylemleriyle ve gerekse eylemleriyle hakkını veriyordu böylelerine… Sonra da “deli” olan o oluyordu ne yazık ki…
Başka bir köyde ikamet etmesine rağmen, benim köyümdeki akrabalarının yanına da gelir, aylarca bizim köyde kalırdı.
Benim yaşıtlarım, onu kızdırmak için her türlü yöntemi dener ve o kızınca da onunönünden kaçarak, kendilerini ona kovalattırmalarından zevk alırlardı.
Ne yalan söyleyeyim, ben onu kızdırmaz, onun haline duygusallıkla bakar, “neden deli denildiğini”, ya da onun neden bu sıfata muhatap olduğunu, halinin neden diğer insanlardan daha farklı bir hal olduğunu merak eder, bunu, düşüncelerimde çözümlemeye çalışırdım.
Bir gün yine arkadaşlarım onu kızdırmaya çalışıyorlardı. Dedim ya, onlar, onun halini daha yakından bildikleri için kızdırırlar ve önünden kaçarlardı. Kızdıran ben olmadığım için ben kaçmamıştım ama “Deli Memet”inyerden alarak fırlattığı taşı “belinin orta yerine yiyen” de ben olmuştum.
Bu olaydan belki 15 yıl sonra İlçem olan Seydişehir’de,kendi düğünümün hazırlıklarını yapmak üzere bulunuyordum. İşlerimi bitirip köy minibüsünün kalkacağı durağa geldim ve orada “Deli Memed”’i gördüm. Birkaç kişi etrafına birikmişler, bir kâğıda sarılı,elinde taşıdığı iki adet tabağı merak edip soruyorlardı. Bu defa etrafındakiler ona, çok “akıllı” bir şekilde yaklaşım gösteriyorlar ve onu “Deli Memet” unvanıyla, sıfatıyla,makamıyladeğil, herkes gibi sıradan bir insan muamelesiyle muamele ye tabi tutuyorlardı.
“O tabakları kime götürüyorsun Memet?” diye sordular.
“Deli Memet” de elindeki tabaklarla ilgili soruya, bizim köydeki akrabalarının bir kızının ismini söyleyerek; “ona düğün hediyesi götürüyorum” şeklinde cevap verdiğini daha dün gibi hatırlıyorum.
Zira akrabası olan o kız, şu an38 yıldır evli olduğum eşimdi. Yani “Deli Memet” düğünümün en başköşesindeki davetlilerdendi. Hem de elinde hediyesi ile gelmişti…
Hanıma sordum da, o tabakları yıllarca kullanmışız ve sonra… Sonrasında ipler kopuk…
“Deli Memet” büyüklerimizin anlattığına göre bu unvanı çok acı bir olayın sonuncunda almıştı.
“Henüz çocuk yaşlarındayken yaylaya çıkarlar... Yaylada çok şiddetli bir yağmur yağar ve dereden hayvanları ve insanları sürükleyecek yoğunlukta seller gelir. Bu olay sırasında Küçük Mehmet, derenin bir yakasında, annesi ise diğer yakasında mahsur kalırlar. İşte tam bu sırada annesini kaybedeceği korkusuyla aklını ziyana uğratır.
Ve “Delilik” makamına yükselir.
Bizim civarda derler ki; “delilerden sual olmaz, ne bu dünyada ne de öbür dünyada… Onlar, birçok konunun ifası hususunda sorumluluktan muaftırlar.
Şimdi doğruyu söyleyin bana, siz “delilik” makamına erişmek istemez misiniz?
Allah, tüm insanlarımızı her türlü sevgiden ve nimetten mahrum bırakmasın.
Tabi ki akıl nimetinden de…
Tayyar Yıldırım